Yaşam Üzerine- Neden Her Şey Böyle Oldu?

Fotoğraf sahibi: ayumi kubo (@ayumikubo on Unsplash)

Gale, uzun zamandır adımını atmadığı bir sokağın, bir kaldırımında oturuyordu. Akşam vakti, yağan bu yağmurun altında elbette dışarıda kimse yoktu; yalnızca işten dönen beyaz yakalılar, evlerine olabildiğince kuru gidebilmek için koşturuyorlardı. Onlar da birkaç saniye sonra kaybolup gidiyordu.

Gale, yarım yamalak yanan sokak lambalarından uzağa, karanlık bir köşeye oturmuştu. Yüzü yere bakan, kaldırım taşlarının şeklini ve yerleşimini ezberlemeye çalışıyor gibi gözüken, yağan yağmurdan ıslanmayan yeri kalmayan bir adam. Onu gören, herhalde kafasının güzel olduğunu düşünürdü. 

Sokağın başında, en az onun kadar ıslanmayı seven(!) bir adam belirdi. Elinde sönmek üzere olan bir sigara vardı; herbir yağmur damlasına karşı koyan, inatla yanan bir sigara. 

Gale, başını kaldırıp yanına oturana baktığında, ona doğru gülümseyen, ıslak saçları alnına yapışmış ve büyük ihtimalle hayatında daha önce hiç görmediği bir adam ile göz göze geldi. Tabii eğer daha önce gördüyse de hatırlamıyordu.

-Frank.

Elini uzattı.

-Gale.

El sıkıştılar.

-Seni tanıyor muyum Frank? 

-Sanmıyorum.

Gale, yolun karşısında, yerde yatan sokak köpeğine baktı. Köpek ıslanmıştı ama sonunda kendisine uyuyabilmek için kuru bir yer bulmuştu. “Baksana Frank, o sokak köpeğinden farkımız yok.” dedi Gale. “O da sırılsıklam ıslanmış ve bizimle birlikte sokakta.” Frank gülümsedi. “En azından kendine yatacak iyi bir yer bulmuş ve oldukça huzurlu gözüküyor, senin aksine!” Gale göz ucuyla Frank’e baktı. “Neyin var dostum?” Gale’e baktı. “Aklı başında kimse bu saatte, bu havada kaldırımda oturmaz sanırım.” dedi. “Ne güzel, ikimiz de deliyiz o zaman!” yanıtladı Gale.

İşte, bu iki deli adam bu şekilde tanışmış oldu. 

“Frank, aslına bakarsan bu sokağı öylesine seçmedim. Şu evi görüyor musun; pembe, yıkık dökük olan evi?” parmağı ile, tam karşılarında duran, uyuyan köpeğin, ıslanmamak için verandasının altına sığındığı evi işaret etti. “Orada benim çocukluğum geçti.” iç çekti. “Çocukluğum, anılarım, yıllarım…” Frank evi inceledi. Gale devam etti; “Biliyor musun Frank, dostum. O köpeğin yattığı yerde bir salıncak vardı; babam, ben ve iki kardeşim için yapmıştı. En küçük kardeşim sallanmaktan korkardı çünkü onu bir keresinde salıncaktan düşürmüştüm!” Frank gülümsedi. “Kardeşlerin?” dedi. “Neredeler?” Gale’in suratı asıldı. “Bilmiyorum. Görüşmeyeli epey oldu.” Frank sessiz kaldı. “Sen de bana biraz kendinden bahset, Frank. Ne de olsa burada oturan yalnızca ben değilim.” 

Frank, Gale’e değişik bir his veriyordu. Daha önce yaşadığı bir his gibi ama çok daha yabancı. 

“Ben buraların yabancısıyım dostum. Bu sokakları tanımam, insanlarını bilmem. Bazı geceler başımı alıp yollara düşerim, aynı bu geceki gibi. Yolların boş olduğu vakitler, kafamı dinlemem için harika bir olanak. Bana yaşadığımı hissettiriyor.”

Söylesene Frank, ‘yaşamak’ nedir senin için? Bilmediğin sokaklarda gezmek mi?” Sorusunda olabildiğince samimi olmaya çalışmıştı.

“Tanrım! Gale. Yaşamak her şeydir. Evet, kimi zaman bilmediğin yerlere başını alıp seyehat etmektir, bazen erkenden uyanıp kuşların şarkılarını dinlemektir, sevdiğin kişiye sarılmaktır, adım atmaktır ve her adımını hissederek yaşamaktır, yaşamak.”

Frank, ben bu senelerin nasıl geçtiğini tam olarak anlayamamışken, nasıl her adımımı hissederek yaşayabilirim dostum?” Gale, kafası karışmış ve biraz da üzgün gözüküyordu. “Pekâlâ, sence nedir ‘yaşamak’, Gale?” Bir an durdu. Kimse ona böyle bir soru sormamıştı. Her geçen saniye yaptığı bir şeyin ne olduğunu, nasıl anlatabileceğini bilmiyordu… Frank’in tersine. “Yaşamak…” dedi. “Yaşamak… nefes almaktır. Nefes alan her şey yaşar ne de olsa değil mi?” Frank’in düşüncesinin yanında biraz sade kalmıştı bu, fakat, sonuçta Gale de haklıydı.

“Zaman neden bu kadar hızlı geçiyor Frank? Daha dün gibiydi; şu evde annemi delirtene kadar kovalamaca oynardık. Ah, bir de Adele vardı. Nasıl unuturum? O benim ilk aşkımdı. Mahallenin en güzel kızıydı, yani benim için öyleydi. Çok iyi hatırlıyorum, annemden zorla aldığım birkaç kuruş ile ona bir dal gül almıştım. Tabii ikimizin de annesi öğrenince biraz dayak kaçınılmazdı!” Gale uzaklara daldı. Frank devam etti; “Zamanı tutamıyoruz Gale, ama anıları her zaman aklımızda tutabiliyoruz. Bir de bu yönden bak. Ya geçmişini unutsaydın?” 

“Aslında bir bakıma bunu isterdim Frank. O zaman özleyecek bir şeyim kalmazdı.” Frank bir sigara yaktı. “Gale, hiç hobin var mı?”.  “Bunu bana birkaç sene önce sormuş olsaydın Frank, evet vardı. Şu an düşünüyorum da, hobilere ayıracak vaktim yok. Kimsenin yok.” Frank sigarasından uzun bir fıs çekti. “Eskilerden bahset o hâlde dostum.”  Gale kollarını havaya kaldırıp esnedi ardından ayağa kalktı. “Hey, hadi biraz yürüyelim Frank.” Frank sigarasını son kez içine çekti ve izmariti yere attı. Yağmur damlalarının biriktiği çukurda sigara sönüverdi; geriye yalnızca dumanı kaldı. 

-Aslına bakarsan Frank, 17-18 yaşlarımda okulun basketbol takımındaydım. Övünmek gibi olmasın, oldukça iyiydim.

Gülümsedi.

-Küçüklüğümden beri çalışmayı ve iş hayatına atılmayı hep sevmişimdir. Tabii bu, kendimi yaşatmaya çalışmaya gelip de, gerçek bir işe başlayana kadar öyle sürdü. Tanrım! İlk iş günümden sonra eve gelip bir çocuk gibi anneme, ‘bir daha çalışmak istemiyorum’ diyerek ağlamıştım. Aslında bakıldığı zaman, eğlenceli bir hayatım olmuştu Frank.

“O zaman Gale, neye üzülüyorsun?” Frank bir sigara daha yaktı. “Dostum, orada oturup o eve baktığımda bir daha asla geri getiremeyeceğim anılarım geliyor aklıma. Asla yaşayamayacağım ve ne zaman geçip gittiğini bile fark etmediğim zamanlar üzüyor beni. Yaşayabileceğim ama hiç denemediğim bile olası fırsatlar, pişmanlıklarım, ölmek için Tanrı’ya yalvardığım günlerden bugünlere geldim. Anlıyor musun? Zaman bu şekilde hızlıca akıp giderken attığım adımları hissetmeme vaktim kalmıyor!” Frank ağzındaki dumanı üfledi. “Belki de devamlı geçmişe tıkılıp kaldığın için kendine fırsat tanıyamıyorsun Gale. Zaman, saniyeler misali kovalıyor bizi; hiç bıkmadan. Yarın kime ne olacağı belli değilken, hayatı biraz daha yaşanabilir kılmak için çabalamalı insan. Her çaban, her nefesin geçmişte kalıyor belki ama, bugünleri, dün aldığımız nefesler sayesinde yaşıyoruz. Seni bir saniye öncesinden ayıran, hâlâ yaşıyor oluşun. Geçmişini bir daha yaşayamayacağından yakınıyorsun ama, ‘en azından yaşadım, deneyimledim’ demiyorsun! Yine birkaç yıl sonra bugünlere baktığında, şimdi olduğu gibi gururla anlatabilecek misin anılarını? Gale, sen aşık olmuşsun, iyisiyle kötüsüyle başını koyabileceğin bir evin olmuş, bir şeyler tecrübe etmişsin ve benim bilmediğim daha onlarca, büyük-küçük hatıraların var! Bunların hepsi, seni şimdiki olduğun kişi yaptı, Gale. Ne büyük lütuf!” Gale bir anda durdu. “Sen kimsin Frank? Karşıma nereden çıktın? Neden birkaç saat önce tanıdığın bir adama bunları anlatıyorsun?” “Gale, ben merak edilecek biri değilim. Yalnızca, hayatta olduğum sürece deneyimleyebileceğim her şeyi denemek isteyen sıradan biriyim. Nefes almayı seven biriyim!” Frank elini, cebindeki sigara paketine uzattı. Pakette son iki dal kalmıştı. Frank birini ağzına koydu ve dudakları arasında sıkıştırdı. Gale’e baktı ve tek dal kalan paketi ona uzattı. “İçer misin?” Gale Frank’e baktı. “Madem yaşamayı bu kadar seviyorsun Frank, neden bu kadar çok içiyorsun dostum?” Frank ağzındaki sigarayı diliyle oynattı. “Ölümüm benim elimde dostum. Sigara beni öldüremez, pişmanlıklarım öldürür. Sigaradan hiç pişman olmadım! Hem hepimiz bir gün öleceğiz ne de olsa değil mi? Ben yaşamayı seviyorken bunu içmemin ne önemi var? Mühim olan yaşamaktan bıktıktan sonra hâlâ içiyor olmam!”  Frank, Gale’e uzattığı paketi salladı. “Alıyor musun?” Gale tereddüt etmesine rağmen aldı, dalı ağzına koydu. Frank gülümsedi ve Gale’in sigarasını yaktı. 

Saat epey geç olmuştu. Yürümeye başladıklarından beri sekiz blok öteye gitmişlerdi. Frank durdu. “İşte dostum, burası benim evim. Eh, pek iç açıcı değil ama en azından evim var. Saat çok geç oldu. Bugün burada kalmaya ne dersin Gale?” Gale’in eve dönüş yolu gözünde büyüyordu; yeni dostunun evinde bir gece kalmayı kabul etmişti.

 Frank oldukça misafirperverdi; salondaki bir koltuğu hemen Gale için bir yatak hâline getirmiş, üşümemesi için ona kendi kıyafetlerinden vermişti… Sonunda ikisi de uykuya daldı.

Sabah olduğunda Gale, halsiz hissediyordu; gece biraz zor uyumuştu. Yeni bir yerde uyuduğundan mı yoksa gece boyu süren öksürük seslerinden mi bilinmez.

Gale üstünü değiştirdi, elini yüzünü yıkadı ve Frank’e çıkacağını haber vermek için onun yanına gitti. Frank’e seslendi, cevap yok. Biraz daha yaklaştı ve yastığının yanındaki kan lekesini gördü. Nefesini tutup Frank’e yaklaştı. Sarstı, sarstı. Gözleri bir dananınki kadar açılmıştı; Frank uyanmıyordu. Elbette birçok kişinin yapacağı gibi birkaç adım geri çıkıp, çığlık attı. Bunları isteyerek yapmasa da ve Frank’e ne olduğunu bilmese de sanki her şeyin farkında olduğunu hissetti.

Bir süre sonra olayın etkisinden çıktığında, sağlık ekiplerini aradı, ekipler geldiğinde Frank’in uzunca bir süredir kanser hastası olduğu ve nihayet kanserden dolayı öldüğü anlaşıldı.

Artık Gale eve gitmek için yola koyuldu. Daha dün tanıştığı ve neredeyse tüm bir gününü birlikte geçirdiği bir adam, şimdi ölmüştü. Dertlerine ortak olan ve Gale’in tersine, yaşamayı çok seven(belki de sadece öyle sanıyordu) adam ölmüştü. ‘Gerçekten yarın ne olacağımız belli değil’ diye düşündü. Kafasını allak bullak eden bu düşünceler ve yaşadığı alışagelmedik olaydan kurtulmaya çalışırken, onunla ilk kez karşılaştığı sokağa gelmişti, Gale. 

Gale, uzun zamandır adımını atmadığı bir sokağın, bir kaldırımında oturuyordu, en azından düne kadar öyleydi.

Dün gece gördüğü beyaz yakalılar, şimdi işlerine geç kalmamak için koşturuyorlardı.

Gale, karşısındaki yola baktı; sarhoş bir şoför çarpmış olmalı ki, sokak köpeği, aynı yerin biraz ötesinde kanlar içinde yatıyordu. ‘Umarım hâlâ huzurlu hissediyorsundur köpek’

Gale, elini cebine attı ve beklenmedik bir şekilde eline bir şey ilişti. Tutup çıkardığında bir dal sigara gördü. Herhâlde o fark etmeden, Frank, yürürken cebine sıkıştırmış olmalı. ‘Lanet herif’ gülümsedi. Ayağa kalktı, sigarayı ağzına koyup dudaklarının arasında sıkıştırdı. Diğer cebine baktığındaysa, tam da tahmin ettiği gibi bir çakmak buldu. Sigarasını yakıp, bilmediği sokaklarda, hiç görmediği ve deneyimlemediği yenilikleri tatmak için yürümeye başladı.

“Yaşıyorsak, hâlâ umut var demektir”.

-seneca-

 

ipeknilufer1
Tartışmalar, yorumlamalar, edebiyat, felsefe, akıl, şiirler, kitaplar, bilim, ahlak, psikoloji, insan
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
Siyah Kalp Dizisi Oyuncu Kadrosu
Sonraki
Algernon’a Çiçekler -Kitap yorumum

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.