Daha az merdivenli, daha çok yokuş aşağı yazamaz mı insan?

Kaynak belirtilmedi

Yazmayı seven, hatta yazdıklarını etraftakilerle paylaşmayı seven, dergilere bloglara, oraya buraya yazan ben, son zamanlarda hiç dışarıya yazamıyorum. Kağıttan dışarıya çıkamıyor yazılarım, uçup başkalarının kafalarına konup biraz da onların başlarını ağrıtmıyor. Peki neden diyorum kendime; sonuçta yazıyorsun ya kadın, neden eskisi gibi sesli de okumuyorsun. Eskiden olsa o üniversite yıllarımdaki heyecanla o haftaki yaratıcı yazarlık atölyesine hazırlanırdım. Her cümlemi sabırla okuyan başının belası olduğum ilk okurum, yurttaki oda arkadaşıma sorardım “ Afra bir bakar mısın ben bir şeyler yaptım da yine ” . Hep de okurdu bitanem, çok beğenirdi. O gün gelince de atölyeye giderdim. Yolda tüm kampüs boyunca gökyüzüne baka baka hızlı hızlı yürürdüm, acaba derdim, acaba benim yazarken hissettiklerimi onlar da ben okurken hissedecekler mi ? Benim göremediğim neyi görecek, benim duyamadığım neyi duyacaklar. Okurken de hep biraz sesim titrerdi. Yıllarca gittim o atölyeye, birkaç kişi değişse de aslında hep tanıdığım insanlar. O ilk cesaretimi toplayışımdan beri beni dinlerler. Ama her seferinde sanki ilk seferki gibi çıkar, okurken çırpınırdım. Sanki her kelimemle birlikte bir parçam da onlara gidermiş gibi. Ama yinede cesaretimi toplar çıkardım önlerine. Sonra araya zaman girdi, hayat girdi, otobüs yolları, havalimanları…

              Hala yazıyorum hep yazdığım gibi ama artık sadece kendime, kendi arşivime. Günlük tutuyorum mesela, gündelik kem küm ediyorum. Mektup yazıyorum kendime, gelecekteki bene. Bazen başkalarına da yazıyorum ama onlar da sayılmaz. Bide şimdi yazdığım gibi işte kafama ne eserse, bazen lodos bazen poyraz. Neyden nem kaptıysam, hangi tarafa eğdiysem başımı o taraftan yazmaya başlıyorum. Ama bugün sordum kendime ne oldu yani niye paylaşmıyorsun ki ne değişti ? Fikrim mi değişti acaba eskiden sanat toplum içindi de şimdi sanat için mi ? Yok aslında, ne sanatla derdim var ne toplumla, benim derdim kendimle. Sadece kendime yazıyorum. Sanat insan için olamaz mı ki, sadece insanın kendisine. Öyle ne uslüp, ne beğenilme kaygısı, ne de yazım yanlışı taşımadan. Dümdüz insanın kendine giden en kısa yoldan. Daha az merdivenli, daha çok yokuş aşağı yazamaz mı insan.

                       Sanat da bir ifade biçimidir, hatta bence en güzel ifade biçimidir. Çünkü benim kendimi en güzel halimde, en güzel şekilde ifade ettiğim biçimdir. Okudukça kendi kendime açıldığım, günbatımına karşı en güzel yol, en mis kokulu bahçedir. Ve kendimi kendimden başka kimseye ifade etme zorunluluğu taşımayan ben, sanatımı kendimden başka kime borçluyum ki ? Bir de ne var biliyor musun okur (yani burda kendimden bahsediyorum), insan bazen o geçtiği patika yolu, köşedeki yıkık binayı, yol üstündeki çalılığı kimseye göstermek istemiyor. Gittiği yeri bilmesinler görmesinler diye gizleniyor. Hele yolun sonundaki bahçeyi hiç kimseyi almak istemiyor. Çünkü oradaki o yeni ekilmiş tohumlar umut, koca koca ağaçlar gölge, yeni açacak güller narin olacakken, insanoğlunun tahribatından korumak istiyor. O kelimeler ne kadar kaçırırsanız kaçırın geldikleri yerden yoldan toz toprak taşır, okurun üstünü kirletirler. İşte bende okurum hiç bulaşmasın, ona getirdiğim bir gülden fazlasını istemesin istiyorum. Yoksa o bulacaklarının merakı, ben bulacaklarının korkusuyla nasıl yazarım, nasıl açıklarım kendimi. Gençliğin heyecanı, pervasızlığıyla tüm yazdıklarım, sesli okuduklarımın ardından, şimdi ondandır içime çekilmelerim. Sanatımı da sanatsızlığımı da kendime saklamalarım.

                   Niye bize açıklıyorsun demeyecek misiniz peki? Hani ne bu okuduklarımız. Hani kendine saklayacaktın. Açmayacaktın sayfalarını, paylaşmayacaktın kelimelerini. Evet paylaşmayacaktım. Ama bugün bir şeyler okudum ölümle ilgili şöyle diyordu;

 “ Çok sık ölümü düşünüyorum çünkü bana nasıl yaşayacağımı anımsatıyor* ”.

Bende düşünürüm ölümü. Her birimizin hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşayışını ve ölüm geldiğinde yada belki de biz ona gidiyoruzdur kim bilir, hepimizin şaşırmasını. Ama ölümle ilgili öyle çok büyük korularım yoktur çok da düşünmem gerçi, sadece veda. Çünkü sevgili okur, dürüst olmak gerekirse elvadaları sevmeyen bir kesim var biliyorum ama ben hiç onlardan değilim. Ben severim elvedaları, güzel hoşçakalları severim. Hoş geldin dediğim herkese güle güle demeyi de isterim. Ama ya ben kaçıp kaçıp gittiğim o bahçemde kimseye elveda diyemezsem, ya o kutsal bahçem mabedim benim kelimelerimin hapishanesi olursa. Ya kelimelerim bana ihanet eder de en çok konuşmak istediğim anda çıkamazsa sayfalarımdan. İşte o yüzden bugün karar verdim. Ben yine yazarım, yine gizlenirim ama bazen de hatırlanacak kadar konuşmak lazım. Sanatı kendim için yaparım ama paylaşmak lazım. Kendimi önce kendim anlarım ama diyalog için konuşmak lazım. Kısacası, tek bir elvedanın yetebilmesi için önce bugün bir merhaba demek, selam vermek lazım.

 

Alıntı * : @aybola instagram hesabı 2024’te fark ettiğim şeyler listesi – 10

Pandora
Pandora
Önceki
Baskılı Poşet Nedir? Ne İşe Yarar?

Baskılı Poşet Nedir? Ne İşe Yarar?

Sonraki
Duygular Cehennemi Nasıl Bir Yer Ben Biliyorum

Duygular Cehennemi Nasıl Bir Yer Ben Biliyorum

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.