Carol & The End of The World

Kaynak belirtilmedi

Bir süre vakit ayırıp, ilgilenemediğim blog sayfama, beni düşündüren ve sorgulatan bir dizi içerik yazısıyla geldim. Kahveler, çaylar hazırsa başlayalım..

 Diziye başlama sebebim aslında başlığının ilgi çekici olmasıydı ve sonrasında öğrendiğim kadarıyla bu dizi, Rick and Morty’nin yaratıcıları tarafından yapılmıştı. Başlangıçta, Carol karakterinin sakin tavrı beni pek etkilemedi ama sonradan karakterin beni içine çekmeye başladığını gördüm. Dünyanın sonuna sadece 7 8 ay kalmıştı ve bu süre zarfında birçok insan işlerini bırakıp uzun süredir yapmak istedikleri şeyleri gerçekleştirmeye başlamıştı. Her biri kendi yolunu çizmişti: seyahat edenler, yoga ve meditasyonla uğraşanlar, yeni spor aktiviteleri deneyenler… 

     Ancak Carol, isteksiz ve kararsızdı. Ne yapmak istediğini bilmiyordu, adeta kaybolmuş gibiydi. Sonrasında bir metro istasyonunda bir kadınla denk geliyor ve onu takip etmeye başlıyor. Herkesin işi bıraktığı bir dönemde, takım elbiseli bir kadının plazaya gitmesi onu şaşırttıyor ve her kattaki ofisleri dolaşarak o kadını bulmaya çalışıyor. Ve işte olaylar tam da burada başlıyor, çünkü Carol bu süreçte muhasebe departmanında ne olduğunu bile anlamadan işe başlıyor..

                                                                                                                                                                                   Ama ofis o kadar birbirinden bağımsız ki, kimse kimsenin ismini bilmiyor, tek düze gelip, tek düze geri dönüyorlar. İletişimleri sıfır, herkes birbirine karşı çok soğuk ve garip bir ortamları mevcut. Hatta ortam o kadar garip ki, Carol karakterinin donukluğu bile bundan bayılmış olacak ki, ortamı değiştirmeye başlıyor.

 Her bölümün konusu birbirinden farklı olarak işlenmiş, bu kısmı benim hoşuma gitti. Başka insanların hayatlarına uzaktan da olsa bakabilme olanağı sağlanmış. Ben bundan sonra spoiler vererek konuşacağım. Örneğin, Carol karakterinin muzlu ekmek sayesinde yeni bir iş arkadaşı oluyor ve iş arkadaşının iç hayatına döndüğümüzde, hayatı boyunca çalışmak zorunda kalan, çocuklarını tek başına büyüten bir anne olduğunu görüyoruz. Bu durumu yılbaşı sahnesinde bizlere çok güzel bir şekilde yansıtmışlar. İzledikten sonra gerçekten hayat mücadelesinin içinde kendimizi kaybetmenin, bu kadar mücadelenin diğer birçok şeyi kaçırmamıza sebep olduğunu ve işin sonunda her şeyin biri hiç edası taşıdığının da farkına vardım. 

Diğer bir bölümde de, o kadar kalabalık bir ortamın içinde ne kadar da yalnız kalınabileceğini gördüm. Büyük bir ofiste olabilirsiniz, birçok çalışan olabilir, ama bir kişi bile aralarından ayrıldığında bunu fark edemiyorlar, işin garip tarafı doğru düzgün ismini bilen, bir anısı olan bile yok gibi bir şey.  Tabii ki karakterimiz bu duruma da el atıyor.

    Her bölümde farklı güzel detaylara değinilmiş, hayatı sorgulama açısından gerçekten de kendimizi sorguladığımız bir seri olmuş. Birisine ismiyle seslenmenin bile ne kadar büyük değişiklikler yaratacağını, aslında küçük bir adımın bile daha sonrasında ne güzel arkadaşlıkların ve ortamların kurulacağına vesile olabileceği gösterilmiş.

Ne hissettiğini bilmeyen ve hayatta gerçekten bir isteği olmadığını düşünen birisinin, şans eseri girdiği bir ofis ortamında, nasıl ofisi değiştirip farklı ortamlar yaratabildiğini göreceksiniz..

 Son olarak diziyi özetlemek gerekirse, izlerken triplere girebilir, hayatı sorgulayabilirsiniz. Özellikle bu yaşadığımız dönemde, çoğu şeyin parayla ilgili olması, maddiyat sıkıntısı, çalışma hayatı koşulları vs derken gerçekten hayatın su gibi akıp gittiğini ve çoğu şeyi fark edemediğimiz gerçeği de tokat etkisi yaratabilir.

                     İzlemenizi kesinlikle tavsiye ederim. Bildiğim kadarıyla ikinci sezonu olmayacakmış, ama umarım buna benzer birçok yapımla daha karşılaşırız. İyi seyirler.

yaren-ozcam
joayaren
Önceki
Kesilen Rüzgâr ve Eksik Sahneler
Sonraki
Texas Sınır Olayı ve ABD-Texas İlişkileri

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.