İnsanlar bilgileriyle değil inançları ile yaşıyorlar. Bunu sadece avam halk için söylemiyorum her kademede bu böyle. Hatta ‘bilmek’ kavramının üzerinde biraz araştırma yaptım ve düşündüm ama ‘bilme’ nin ne olduğu konusunda doyurucu bir cevap bulamadım. Bu bazılarınıza biraz karışık veya anlamsız gelebilir; bilmek bilmektir işte iki iki daha dörttür bunun neyini sorguluyorsun diyebilirsiniz. Aslında bu da sizin inancınızın bir tezahürü. Bilmeyi bildiğinize inanmışsınız. Zaten ben de 2 2=4 ü sorgulamıyorum.
Bu yazıyı yazarken aklıma geliyor ki bilme, bilinçli inanmanın bir önceki aşaması, hatta aşama da değil, inanışa geçtiğin bir kapı gibi. Her şey bir inanışla sonuçlanıyor. Bu söylediklerim din veya maneviyatla ilgili değil, dini dünyevi her şeyle ilgili. İnsan bilse de inanıyor bilmese de. Sağlıklı ya da sağlıksız beslenme gibi. İnsan bir şekilde yaşamına devam ediyor. Ama sağlığının veya inanışının nasıl olacağını belirlemek ona kalmış.
Geçenlerde bir programda, katılımcıya bir teoriye inanıp inanmadığı sorulunca o da; bilimsel teorilere inanma gibi bir şeyin olamayacağını bunun bir inanma meselesi olmadığını söyledi. Aslında orada demek istenen bu teorinin doğruluğuna inanıp inanmadığıydı. Bu söylem benim kafama takıldı ve bu konuda düşünmeye başladım. Bu yazının motivasyonu da oradan çıktı.
Yukarıda da bahsettiğim gibi bilimsel olsun olmasın insan inancıyla yaşıyor ve bununla hareket ediyor. Buna bilim insanları da dahil. Çünkü insanı harekete geçiren bilgi ya da zan değil, o bilgiye veya zanna duydukları inanç. Dini manada en inançsız insanları yani ateistleri düşünün. Bir kısmı adeta bir misyoner gibi kendi düşüncelerini yaymaya çalışıyor. Hatta bunun için dernekler kurup etkinlikler düzenliyor, videolar çekiyorlar ve bunların yayılması için ciddi bir emek harcıyorlar. İşte inançsızım demelerine rağmen bu insanlara bunları yaptıran ateizme duydukları imandır. Çünkü, yukarıda da dediğim gibi harekete geçirici güç bilgi değil inançtır. Cahillikten asıl kastedilen de bilgisizlik değil, bilgiye ulaşma çabasının ve bilmek için bir gayretin ve istencin olmayışı, zanna inanarak sürdürülmeye çalışılan yaşamdır. İnsanı iyileştiren ve olgunlaştıran da bilgi değil o bilgiye duyduğu inançtır. Yoksa bilgiye ulaşmanın suya ulaşmaktan daha kolay olduğu günümüzde insanlar zanna değil de bilgiye inansalardı cahiliye devirleri tekrardan yaşanmazdı.
Diyelim ki suyun kaldırma kuvvetinden yararlanarak hesaplamalarla demirden oyuncak bir gemi yaptım. Suya koydum ve gemi batmadı. Bu bilgi bende vardı ama beni harekete geçiren, geminin batmayacağını bilmem değil, bu bilgi sonucu geminin batmayacağına inanmam oldu. İşte ben burada bir zanna değil bilgiye inandım ve onunla hareket ettim. Aslında tüm hayatımız böyle. Önemli olan sağlıklı beslenme gibi sağlıklı bilgi sahibi olma. Yoksa bir sürü abur cubur bilgi var. Nasıl ki tadı güzel diye sağlıksız beslenmek istemiyorsak, işimize geliyor veya rahatımızı bozmuyor diye de bilgi diye sunulan her şeye araştırmadan ve akıl süzgecinden geçirmeden, vicdanımızda tartmadan ‘’haa bak bu böyleymiş zaten’’ deyip inanmamalıyız. Dünya maalesef bu şekilde kendi gözlerini kendi elleriyle bağlayarak zanna ve temelsiz abur cubur bilgilere inananlarla dolu.