Bihter’le giriş cümlesi bulmamızın üstünden tam bir hafta geçti. Cümlemi bulunca eskisinden daha büyük bir boşluğa düştüm. O kadar uzun zamandır sadece tek bir şeye odaklamıştım ki kendimi devamını düşünmemiştim bile. Şimdi yeniden ne yapmam gerektiğini çözmeye çalıştığım bir araftayım. Bu sefer kimseye de söyleyemem çünkü artık tepkilerden de korkuyorum. Bende o yüzden kendimi date öncesi date yapmaya çıkardım bugün. Date öncesi dedim çünkü kendimi gerçek dateden bir iki saat önce çıkardım date’e. Çok fazla date dedim. Buluşma deseydim benden ne eksilirdi bilmiyorum ama güncel olmazdım gibi hissediyorum.
Düşündüm uzun süre. Sıfırdan başlayıp yirmi dört yıllık bir hayat hikayesi anlatmak için sağlam bir kasa lazımdı. Bende o kasa yoktu. Üstelik dişe değer bir hayatım da yoktu. Belki bazı hatalarımdan ders çıkaran birkaç kişi çıkardı mesela hayatla henüz tanışmış birkaç ergen. Demek ki kendimi sıfırdan anlatamazdım. Ama sonra sadece anılarımı yazabilirim diye düşündüm ve bir iki anımı taslak şeklinde yazdım. Denklem yine tutmadı. Çünkü tanınmayan birinin anılarını kim, neden okusun? Zaten anılar da sonradan anlatılınca hiç eğlenceli olmuyor. Yani günün sonunda elimde bir şey kalmamıştı. Ya elime bir çanta alıp sokak sokak gezip anı biriktirecektim, ki oldukça masraflı olacağını düşündüm üstelik yaşadığım semtin sokakları dahil olmak üzere her sokağa kolay kolay giremezdim, ya da hiç olmayan ve olmayacak kişiler hakkında kurgusal bir hikâye yazacaktım.
Yine de hiçbir fikre kendimi yüzde yüz yakın hissetmiyordum ve elimde kalan tek meziyetimi de gün geçtikçe kaybediyor oluşumun hüznüyle sürekli yeniden yüzleşmek zorunda kalıyordum.
Bu şekilde hiçbir yere varmayarak bir bütün günü yiyip bitirdikten sonra toparlanıp kalktım. Boş yere yanımda eşya taşımıştım üstelik fazladan kahve içip durmuştum. Boşa masraf dolu bir gün olmuştu o ana kadar. Enseyi karartmama kararı alıp iki sokak ötede ki buluşma yerine doğru gittim. Haberleştiğim kişi beni son dakika geleceğim sanıyordu bu yüzden yolda bir yalan düşündüm. Trafik vardı. Üzerinde baya bir mesai harcadığım bu yalanı kolaylıkla satabilirdim çünkü daha ilk buluşmamızdı ve beni tanımıyordu. Tanısa belki yalan sıktığımı anlardı. Tanıyana kadar bir beyaz yalandan zarar gelmez. Çünkü kalkıp da ona, ya ben senden önce geldim kafede tek başıma başı sonu belli olmayan bir yazı için olay örgüsü düşünüyordum, diyemezdim. Tuhaf olabilirdi. Bir ihtimal.
Konuştuğumuz kafenin yanına geldiğimde kimse yoktu. Yani o yoktu insanlar vardı elbette. İçeri mi girip beklemeliydim yoksa kapıda mı beklemeliydim emin olamadım çünkü son mesajda bekle geliyorum yazıyordu, yaklaşık on dakika önce atılmıştı. Üstelik buraya oturacağımız da meçhuldü yanında buluşup belki otururuz demiştik. Girse içeri yazar mıydı, ben mi yazmalıydım, girsem mesela sipariş vermeli miydim… Hayatımda ilk defa bir buluşmaya gelmişim gibi heyecanlanmıştım. Manasız çocukça bir heyecandı ve midem kasılmıştı. Hayra alamet bir kasılma değildi bu, vücudum bir tehlike seziyordu ama ne? Bulmaya çalıştım etrafa bakınarak. Hoşlanmak. Aynı tipten hoşlanmak. Bulmuştum. Kendime çok benzeyen biriyle buluşmanın verdiği o kaygı. O zaman ben kendimden mi korkuyordum? Gerçi korkulacak neyim var sank…
- Selam
Soluma dönüp bakınca onu gördüm. Fotoğraflarından farklı hiçbir yanı yoktu. İyi bir şeydi bu. Ama çok neşeli ve hareketliydi. Bu ne kadar iyi peki? Ben de ona selam verir vermez sarıldık. Sarılmalı mıydık? Emin değilim.
“Çok beklettim mi ya?”
“Yok ya trafiğe takıldım bende şimdi geldim zaten.”
: )
Beyaz bir yalandan kimseye zarar gelmez
“İyi bari sevindim. Buranın menüsüne baktım da yolda pek güzel şey yoktu ya senin aklında bir yer yoksa bildiğim güzel bir kafe var gidelim mi? “
İşte bu. Sorma götür bizi, plan yap ve o plana sadık kal.
“Olur gidelim.”
Ve koşmaya başladık. Niye koşuyoruz anlamadım ama çok hızlı adımlarla bir an önce kahve içmeye giden iki deli gibi görünüyorduk dışarıdan. Yani bence.
O biraz yavaşlayınca anladım geldiğimizi. Ortalama güzellikte ve kalabalıklıkta bir yere benziyordu. İçeri girip iki kişilik bir masaya oturduk. Tatlı ve kahve söyledik. Konuşmaya başladık. Ama o mesajda ki kızdan eser yoktu. Ne anlattığımı neye güldüğümü bile bilmiyordum. Aslında komik olmayan değişik hikayelere gülüyordum. O da bana gülüyordu ama hissetmiştim. Mesajın büyüsü bozuluyordu. İlk tanışmanın verdiği o heyecan gidecekti ve sonrası kocaman bir boşluk olacaktı. Yine de eğlenmeme bakmaya çalıştım.
“Sen neler yapıyorsun peki başka, bir günün nasıl geçiyor mesela?”
Of. Bilmiyorum ki, yaşayıp gidiyorum bomboş.
“Blog hesabım var.” Çok güzel bir giriş tebrik ederim. “Orada yazıyorum, çiziyorum falan, birkaç yerde daha yazıyorum bir hikâyeye devam ediyorum, okulu bitirmeye çalışıyorum falan, yani hem neredeyse hiçbir şey hem de pek çok şey diyelim.”
“Çok takipçin var gördüm. Peki şey oluyor mu yeni bölüm bekleyenler yazıyor mu mesela? “
“Oluyor evet ama aşırı tembel olduğum için senede bir bölüm falan atabiliyorum. Sen neler yapıyorsun?”
“Ben hep çalışıyorum ya.” Ne çok ya diyor bu çocuk. “Çalışmadığım zamanlarda da hep arkadaşlarımlayım ya da oyun oynuyorum ya da yiyenimle kedimle falan vakit geçiriyorum.”
“A ne güzel dayı mısın amca mı?”
“Dayı oldum ya, iki yaşında daha kız ama görsen çok tatlı.”
Ve o an yaşandı. Sohbetin ortasında yeğenini ikram etti. Ben de çok tatlı dedim. Ama tatlıydı gerçekten de.
“Çok tatlıymış, ben daha olmadım. Çok gencim bunun için.”
“Benden de büyüksün aslında ama…”
“Bülent Ersoy’un da dediği gibi; ben mevsimler gibiyim. Dua et sana ablacım falan demedim.”
“Deseydin ağlardım herhalde.”
“Abart biraz daha.”
Biraz daha gülüşmece.
Aslında mesajdan çok da farklı değildi. Gülüp eğleniyorduk. Enerjimiz de tutmuştu. Hatta gözleri de sevdiğim gibi yeşildi. Ama içimde ki o sesi susturamıyordum. Acaba beğenilmedim mi korkusu vardı ve bu korku insana hiçbir şey yaptırmazdı.
“E peki mesela kıskanç mısın?”
Kimi zaman aklımı yitirecek kadar kıskancım kimi zaman da dönüp bakmayacak kadar rahat. Acaba ilk buluşmada hangi hali göstermek daha iyi olurdu?
“Yerine göre değişiyor aslında ama evet biraz kıskancım, sen?”
“Yani benim memuru işini bilir.”
Kahkaha tufanı.
Sohbet sarmıştı ve acıkmıştık. Hiç mekân değiştirmeden orada bir şeyler atıştırdık. Hiç de beğenmemiştim ama ayıp olmasın diye narin narin yemek zorunda kadım. Her kızın ilk buluşmada biraz dikkat ettiği gibi ben de ettim tabi.
Biraz daha sohbet ettik. Sohbet edebiliyorduk ve bu benim için inanılmaz bir nimetti. Üstelik tipi de fena değildi. Yine midem kasıldı. Kalkıp tuvalete gittim bu sefer. Saçlarımı da topladım kendimi tazeledim ve döndüm. Döndüğümde yan masadan biriyle konuşuyordu. Bir kız ile. Hatta bir grup kız vardı masada. Beni görünce hiç bozuntuya vermedi. Tabi ben de ama merak ettim yine de. Otururken kızlara başımla selam verdim. Masa dolu sulanmayın der gibi değil de merhaba ben de buradayım selamıydı yanlış anlaşılmasın. Kızlara görüşürüz deyip önüne dönünce bende soran gözlerle baktım. Gülümsedi. Cevap vermesi için bekledim bir süre. O da gülümseyerek bakmaya devam etti. İş bu noktaya gelince ben de gülümsedim. Sonra konuştu.
“Ne yedik ama ya doyduk dimi?”
Birkaç saniye durup düşündüm. İşte dedim işte hayatımın erkeği.
“Baya yedik ve güzel de yedik yani.”
Ne ben kızları sordum ne de o anlattı ne kızlar dönüp bir kere olsun baktılar. Biz de hesabı ödeyip kalktık. Ayrılırken yine sarıldık. Ama galiba daha farklı sarıldık. Daha yakın değil hatta daha uzak. İyi biriydi ama iyi biri olması kafamda sorularla beni baş başa bırakmasına engel değildi.