Kurtuluşun hangisi daha değerlidir ? Yada kurtuluş nedir, niye kurtulmak isteriz ? gibi sorular zor zamanlar yaşanıldığında akıllara gelebilir. Ama daha çok içinden çıkılmaz ruhsal / duygusal dönemler geçirilirken isyan etmeye meyilli insanoğlu ister istemez bir çıkış yolu arayışına gider. Zaten gidemediği durumlarda ve zamanlarda delirmek, intihar veya suç işleme fasılları gerçekleşiyor. Kurtulmaktan anladığımız şeyin ne olduğunu çözmek, kurtulmanın ne olduğuna karar vermek gerekiyor önce. Yüksek çoğunluğun “ medeniyet ” olarak algıladığı günümüz dünya sisteminde o kadar çok dirilmek veya ruhsal uyanış ile alakalı filmler / diziler var ki, hemen hemen çoğu insan değerli zamanını ayırıp bu tarz konularda ki kitaplara yönelmiyor yada yönelemiyor. Farklı inanç sistemlerinde ruhsal uyanış çok çeşitli anlatılmaktadır. Ancak genellikle ayrışan yönleri bir kenara bırakırsak, ortak anlatımların çoğunluğunda bu uyanışın bir iyileşme sürecinden geçmek olduğu ve insanın iç aleminde başladığı, ayrıca sabretmek ile sevgi enerjisine yönelmek olduğu konusunda birlik söz konusudur. Kişinin ruhani olarak küllerinden doğması yada öldükten sonra dirilmeye inanması veya iç aleminde uyanışı gerçekleştirmesiyle, artık eskisi gibi olmaması hem kaçınılmazdır hemde insanı buna iten deneyimleri nasıl karşıladığı ile, buna neden olan yaşanmışlıklarının onda bıraktığı etki ile çok yakından ilgilidir. Belli bir süre vakit geçirdiğin birini tanıman nasıl kolaylaşıyorsa, bundan daha zor ve daha değerli olan ” kendini tanıman ” içinde o vakitten daha çok kendin ile zaman geçirmelisin uyanışa ve dirilişe inanan – ümit eden – isteyen insan ! Başına gelenler seni bu kadar zorluyorken ve belli dönemlerde içinden çıkılmaz haller alıyorken, hatta çaresiz hissettiğin buhranlar bile yaşıyorken; madem bunları başkası değil sen kendin yaşıyorsun…Kurtulmanın çaresi de kendinde içinde, yani öz varlığında sen tarafından keşfedilmeyi – ulaşılmayı bekliyor. Bu açıdan bakarsak dirilmek ile uyanmak doğru orantılı , parelel kavramlardır. Hatta eş anlamlı olmasa bile birbirini tamamlar nitelikte olup oldukça yakın anlamlıdır. Adeta insanın başına gelenlerin birbirini tamamladığı gibi ve kişinin attığı her adımda, her denemesinde biraz daha kurtulduğu gibi…O halde niye insanlar içinde dirilenler ve uyananlar bizim bildiğimize göre hep az sayıda kalıyor ? Hatta bazılarının varlıklarından dahi haberimiz yok bu dirilmiş yani uyanmış olanların. Şu kesin ki bir kimsenin uyanmış ama dirilmemiş yada dirilmiş ancak uyanmamış olması olanaksızdır. Domino taşlarından biri devrildiğinde, diğerleride sırayla kısa zamanda devriliyorsa, aynı öyle ruhuna / öz benliğine doğru ilk adımı atmış, karar vermiş hatta öncesinde kendisine bunu yaptıran dirilme / uyanma isteğinin sebeplerinden yeteri kadar acı çekip ders almış insanda domino taşları misali özüne, ruhuna iç alemine zararlı olan herşeyi peşi sıra yıkarak atacaktır. Bu doğanın kanunu, besin zinciri, saatin çarklarının işlemesi gibidir. İşte hemen yanıbaşımızda duran ve bir ömür boyu çoğumuzun ulaşamadığı, adeta anahtarı elimizde duran ama açmadığımız bir kapı gibi önünde beklediğimiz kurtuluşun reçetesi, insan olan bizlerin başkalarını düşünmekten tek çırpıda vazgeçip kendimizi düşünmemiz yani öz varlığımızı bizi insan yapan iç alemimizi yok saymaktan vazgeçmemizdir. Kesin olarak belirtiyorum ki bu menfaatçilik veya çıkarcılık değildir asla. Çünkü toplumları oluşturan insanların sürekli bozuk düzenler kurup birbirlerine ve kendilerine zararlı olan yaşam şekillerinin, algılamalarının, aralarında ki bitmek tükenmek bilmez sorunlarının kaynağında, çektikleri acıları gizleme ihtiyacı hissetmelerinden kaynaklı yanlış savunma mekanizması geliştirmeleri ve ruhlarında – iç alemlerinde – öz benliklerinde bu sorunları çözmeye çalışmak yerine sürekli birbirlerini suçlamaları hatta kendilerini suçlamaları yatmaktadır. Bir kişi kurtulmak istiyorsa önce dirilişi yani uyanışı reddetmemesi lazım olduğundan, en başından sahte dirilişlere ve sahte yapmacık uyanışlara karşı kendini savunabilmelidir. Zaten şu dünya üzerinde ki düzenlere baktığımızda acaba hangi zamanda diriliş yada uyanış ve kurtuluş vaad edenlerin vaatleri bizim ihtiyacımız olduğu şekliyle gerçekleşti ki ? Kişi sadece bunu bile anlasa o anda fark eder nasıl birşeyle karşı karşıya olduğunu ve farkındalığın oluşmasıyla ilk adımı atması yani karar verip yola çıkması gerçekleşir. Öte yandan insanın kendisini suçlamasına sebep olacak davranışlardan kaçınması demek, suçluluk hissinden kurtulmak anlamına geliyorsa, buradan anlaşılıyor ki kurtuluşa giden bir yolda, duygusal olarak kendimizi suçlamadan, ders alıp negatif duygularla değil, kendi kendimizi düşünerek / kendimize değer vererek sahte dirilişlerin – yapmacık uyanışların sonlanan dünyasına rest çekmek en doğal hakkımızdır. Tek çırpıda bu bütün kandırmacalardan sıyrılmak mümkündür. Anlaşılıyor ki insanlar hep kurtulmak ister, her zaman vaatleri ve bu vaatlere inananları olur, hatta dirildiğini ve uyandığını iddia ederek birçoklarının kurtuluşuna, dirlişine – uyanışına engel olan sahtekar ruhsuzlarda olur. Ama bütün bunlar seni, gerçekte olduğun kendini bilmene bulmana engel değildir eğer yeterince uyanmak ve dirilmek istiyorsan ve bunun kararını net olarak vermişsen…Kapının önünde duruyorsun ve çaldığında açılacak. Arayan bulur ve kapı çalana açılır sevgili ruh insan. Artık korkma ve acılarını bastırma ! Çünkü gizledikçe bu dirilişe ve uyanışa düşman çoğunluğun, senin kendi gerçekliğini mahvetmesine izin vermiş olacaksın. Peki nasıl gizlenmez, korkmamak mümkün mü yada kendi kendime yalan söylememek ? diye soruyorsan ; Burada onların arasından sıyrılmakla beraber onların dayattıklarını reddetmek, onların yaşadığı gibi yaşamamak seçeneğin yanı başında kalbinde duruyor. Orada gözlerini kapattığında ruhunda derinlerde seni bekliyor ve sesleniyor …” daha ne kadar reddeceksin beni, kendi gerçeğini ? ” diye. Ağlayabildiği kadar ağlaması bir kişinin ne kadar pahabiçilmezdir, bilseydi ağlamayı güçsüzlük yada zor durum olarak algılayanlar, o zaman fark ederlerdi ağlayanların güçlü – ağlayamayanların güçsüz olduğunu. Zaten ruhuna yönelen, kalbini dinleyen ve dolayısıyla çoğunluktan ayrılanlar gözyaşlarıyla dirilişe – kurtuluşa – uyanışa kavuşanlardır. Kavuşanlar geri dönmez, geri dönenler yolda iken dönenlerdir. O halde neyin değerli, neyin değersiz olduğunu anlamak için neye ihtiyacımız olduğunu ve neyin ihtiyaç olmadığını fazlalık olduğunu farketmek gerekir. Bu da yüklerinden kurtulamayanların dağların zirvesine ulaşamaması misali, sevgisizliklerine çözüm bulamayanların sahte gerçekliğe yapmacık çözümlere mahkum olması demektir. Kendini sevemeyen nasıl adım atar ki ? Başkasını sevmesi de mümkün olmayacağı gibi o başkalarına karşı kendi duygularını manipüle etmekten kurtulamaz ve toplumun kendi özünü mahvetmesine karşı duramaması kaçınılmazdır. Sonucunda da işte bu çoğunluk ortaya çıkıyor. Ondan diyorum çoğunluğun evrilmesi için yani azınlığın sayısının artması için yani toplu kurtuluş – diriliş – uyanış için karar verip adım atanların ayrışması gerektiğini. Ayrışma vakti geliyor hatta çok yaklaştı. Ruh insanların sayısının arttığı gerçeği gibi, realitenin yani çoğunluğun normal olarak algıladıklarının tam ters gerçekliğe dönme vaktine yaklaşmış bulunuyoruz. Bütün bu sebeplerden dolayıdır ki ; dirilişi – kurtuluşu – uyanmayı sakın dışarılarda biryerde arama zor durumda olduğunu zanneden sevgili ruh ve sakın bunu maddesellikle bağdaştırma saygıdeğer insan. Artık biliyorsun ki sahtecilerin ve yapmacıkların en temel yöntemidir sonlanmaya mahkum somut dünyalarının menfaatleri ile sana ihtiyacın olanı vereceklerini söylemek ama sende olan biteni de senden almak. Onlara karşıda bir sevgisizliğin olmasın uzak dur yeter. Kimse ruhunu zincirleyemez, buna hiçbir sömürücünün gücü yetmez sen izin vermedikçe. Hakikatte olan ve olmaya devam eden en büyük gerçekler üzeri gerçektir ; ” tamda içinde bulunduğumuz anda o dakikalar – saniyeler içinde dirilişimizin ve uyanışımızın hızla devam etmesi “. Öyle olmasaydı bu yazıyı sonuna kadar okuduğunda hiçbirşey hissetmemiş olman gerekirdi. Hissedenlerin sayısı arttığına göre evrilmede an ve an devam ediyor hemde sandığımızdan çok daha hızlı. Geceyi gündüz yapmak, karanlıkta aydınlık hissetmek, gündüzleri yalnız kalmak, realitenin sana gerçek dediği öneri olarak sunarmış gibi yaparak yıllardır gözünün içine soka soka zorlama yoluyla dayattığı ne varsa ruhsal insan hakları ihlalidir. Ruh insanlar eliyle yok olmaya mahkumdur. Hiç kimseye gerçekte ihtiyacı olanın verileceği vaat edilerek o kimsenin elinde olan biten – geriye son kalan ihtiyaçları gasp edilemez. Koşulsuz sevginin ” evet ” dediğine hiç düşünmeden ” evet ” de ! Fakat realitenin ” evet ” dediğine evet deme lütfen. Herşeyin zıttıyla varolması demek, zaten bu ruhu yok sayan insanların tarif edilemez derecede işkence çektiği düzeninde zıttı olduğu anlamına net olarak gelmektedir. Artık herşey sizin yani bizim, hepimizin elindedir.
Kutsallık maddede değil ruhaniyettedir. Yüce olanlar sonsuz ruhlardır.
Dirilmek mi, Yoksa Uyanmak mı?
Subscribe
Giriş Yap
Yorum yapmak için giriş yapmalısın
0 Yorum