Vedaların mevsimindeyiz. Milyonlar hazırlanmakta, sevdiklerine son kez sarılmak, ardından kilometrelerce uzağa doğru uzun, yorucu, yıpratıcı, göz yaşı döktürecek nitelikte bir yolculuğa çıkmak için. Yavaş yavaş başlandı valizler toplanmaya, uzun uzun dalıyoruz özleyeceğimiz insanlara, uyurken seyrediyor belki bizi büyüklerimiz. Yükümüz ağır, önümüzde yıl veyahut yıllar.
Çevremizi esir alacak sürüce yılanlar, veda arifesinde kalpler hassas, yalnızlaşmak üzere, yanlışa düşmeye meyilli.
Varınca bizi neler bekleyecek kim bilir?
Zaman aktı, sessizce, sakince, yer yer sinsice.
Son güne ne kaldı?
Evet. Çok az kaldı, yaklaşıyoruz son el sallayış anına, tek tek düştü takvimin yaprakları.
Duygusal mıyız? Eh.
Yıpranacak mıyız? Eh.
Sevip sevilecek miyiz? Eh.
Mutlu olacak mıyız peki? Eh.
Daha şimdiden soruların cevabını almak, büyüsünü bozar uzun mu uzun yılların, biriktirilecek anıların. Yaşayıp görelim, ondan sonra gelelim, bu kez biz cevaplayalım birilerinin sorularını.
Ama gitmeden önce, unutmadan şunları yapalım;
Hatırı olanlar ile vedalaşalım. Yanımıza güzel bir hatırlatıcı alalım ve onu yeni serüvenimiz boyunca taşıyalım.
Gülümseyelim, üzülmeyelim. Üzülsek bile sevdiklerimize fazla belli etmeyelim, hassas kalplerin vebali taşınamayacak kadar ağır olur keza.
Ne diyebilirim ki. Tarifi olmayan duygu, deneyim, anı, hatıra, dostluk, sevgi, ihanet, haksızlık, iftira, vesaire, neler bekliyor bizi neler.
Önden bir fragman gösterseler belki ona göre heveslenirdik, belki de hepten sönerdi umutlar. Bilmemek, bilmemek bazen daha iyi geliyor insana. Üzülmekten, hayal kırıklığına uğramaktan, umudu kaybetmekten çok daha iyi geliyor, şimdi farkında değilsiniz belki ama yer yer kurtarıcı olabiliyor belirsizlik.
Neysem.
Fazla konuşmanın da düşünmenin de anlamı yok aslında.
Yapılacak olan belli, yapılacağı zaman ve yer belli, devamında olacaklar ise yalnızca Takdir-i ilahi.
Kesin olarak diyebileceğim tek bir şey varsa; Güven, bir sakız, sigara, çikolata, içecek, pizza dilimi, defter sayfası, kalem ucu vesaire değil, dağıtılmaz.
Vermeyin güveninizi, hak etmeyeceğinden emin olduklarınıza, yoksa sakızınız patlar, sigaranız yanmaz, çikolatanız erir, pizza diliminiz soğur, defter sayfanız koparken eksilir, kalem ucuysa kutusundan çıkmadan kırılır. Güveni bunlarla bir tutarsanız boşa giden tek şey güveniniz olmaz şayet güven, sandığınız kadar kolay da sağlanmaz. Sağlanmamalı.
E tabi verdiniz diyelim, haksızsınız demek bana düşmez. Neticede yalnızlık insana, ileride çok pişman olacağı kararları aldırabiliyor, hiç alakasız biri hiç alakasız bir konudaki düşüncenizden haberdar oluyor mesela, ne sinir bozucu değil mi?
Öyle olmalı.
Görece uzun, orta, kısa bir yolculuk bekliyor sizi her şeyin öncesinde. Ardından birtakım oda düzenlemece. Sonra yorgunluk uykusu, kahvesi, sigarası belki de.
Devamında oda arkadaşı ile dertleşme, tanışma sekansı. Çanta hazırlama. Alarm ayarlama. Çevre keşfi. Tanıdık varsa onu ziyaret falan fistan derken, gün gece olduğunda normalde olduğundan biraz daha ilginç bir uyku, yalnızlar bilir o uykuyu.
Sonra sabahı selamlamak.
İlk gün en zoru olur genelde. O kadar insanın içinde kendini öne çıkarmak ister bazıları. Kimileriyse hepten geri planda kalmak, yalnızca kendi olmak ister. Birkaçı en ön sırayı çoktan kapmış, rengini belli etmiştir bile. O süreçlerde hep bir yalnız kovboy vardır kız olsun erkek olsun, önce izler bir, önce bakar. Ne var ne yok kim neyin nesi diye.
Onların seçeneği de zordur be! İlk gün yalnız kalmak, doğruyu yapan bir nevi onlardır lakin ilk gün yalnız kalmanın acısı sonradan çıkartılır insandan.
Valiz diyorduk, valize, süreceğimiz her saniye gözümüzde gönlümüzde, daha da ağırlaşacak olan o valize dönelim. Bazılarının yüreğine öyle büyük bir yük olacak ki o valiz, eve döndüğü zaman bambaşka olacak, yüreği yükün altından kalkamayacak, değişecek.
Ve değiştikten sonra geri döndüğünde, aynıymış gibi görünmeye çalışacak. Olmayacak. Ofsayt e yakalanacak, sırıtacak, uyuşmayacak. Yine de aynıymış gibi yapacak. Yüzüne eski maskesini takıp o şekilde insanlara yaklaşacak.
Değiştik ama.
Bitti o devir.
Başkayız artık ki bu bizim elimizde mi? Şahsen değil.
Hiç değildi. Yaşam şartı, hayat mücadelesi, bizi bir güzel değiştirdi besbelli.
Fakat yine de insan aynıymış gibi görünmeye çalışacak, yeninin elvedasının ardından gelen eskinin merhabasına karşın.
Yoksa nasıl kabul görsün ki?
Kim bassın onu bağrına?
Ah!
İnsan değişir ama kimisi bu değişimin altında ezilir, çevresi farklılığa yenilir, bam güm silinir insanlar hikayelerden. Satır araları farklı kalemlerle doldurulmaya çalışılır, zor olur sıfırlamak bir hayatın düzenini, zira bilgisayar değil telefon değil, bir insanın sosyal hayatı bu, hangi kafayla kolay olmasını bekleyebilirsiniz ki bunun?
“Yanlış anlaşılmalar?” Hey gidim! Kralı olacak kralı!
Neler değişecek neler döndüğünüzde, bir bilseniz, aslında, bilmemeniz daha iyi emin olun.
Gidin, görün, yaşayın, öğrenin, sevin, gezin, eğlenin.
Tadını çıkarın bu berceste dönemin tadını!
Bir daha geri dönmeyecek, tıpkı 17 yaşınız gibi.
Kalp her atışında kendini nasıl, daha bir yaşlandırıyor, e haliyle yaşlandıkça da daha bir zorluyor ise, bu güzel günleriniz de her geçen gün biraz daha uzak kalacak geçmişinize.
Bir nokta gelecek, o nokta geldiğinde başlangıç çizgisinden çok ama çok uzaklaştığınızı fark edeceksiniz, o fark edişin geri dönüşü olmayacak ve sendeleyeceksiniz.
İlk yılı/yılları iyi başlayıp güzel ilerleyip berbata evrilip gayet iyi son bulacak ama son yıla yalnızca, gelecekte özlenecek harikulade bir mazi kalacak.
Hatırladıkça buruk vaziyette gülümseyecek, o yıllardan kalan bir dostunuz var ise bu burukluğu onunla paylaşacak, yoksa da yalnız başınıza, kulaklığınızın takılı olduğu, uzunca bir yürüyüş yapacaksınız.
Öğrencilik güzeldir. Anasınıfı ile merhaba dersiniz bu güzelliğe. İlkokulda biraz sıkıcı gelir ama sonraları sever eğlenirsiniz. Ortaokul işlerin, ciddiyete binmeye yavaştan başladığı bir çağa denk gelir, bu yüzden de biraz kendinden itebilir lakin devamında öyle bir süreci beraberinde getirir ki değil öğrencilik hayatının, bizzat insan hayatının en güzel senesi olur o seneleriniz, lise, evet liseyi getirir o evre, artık liselisinizdir, hovardalığın dibine vurup akla gelebilecek her türlü haylazlığı yapanlar olacak, kimisi de evinden pek çıkma taraftarı olmayacak, asosyalleşecek, onlar da o şekilde eğleniyor, kimseyi yargılamamak gerek lisedeki tarzı konusunda.
Peki devamında? Ne olur lise çağında?
Devamında güzel mi güzel geçen, insanda düzinelerce anı bırakan lisenin de yavaş yavaş sonuna yaklaşırsınız, Bir Demet Tiyatro’nun o sahnesi, Sayın Yılmaz Erdoğan’ın o sözü gelir aklınıza, buruk Cuma, evet, o son Cuma ayaklarınızı süre süre gidersiniz resmen okula, adeta girmek istemezsiniz sınıfınıza.
Kimse kimsenin gözünün içine uzun uzun bakamaz o anlarda. Korkarlar zira, birbirlerini son kez görecekleri için deli gibi korkarlar, o son Cuma var ya ne hikayelerin sonu oluyor ah!
Halen daha göremediğim onlarca dostum var o son cumadan beri.
Kimilerini ise bir daha asla göremeyeceğim, sağlık olsun ama.
O cumayı da atlatınca nereye gelirsiniz, tam olarak bu ana gelirsiniz.
Ha kimisi mezuna bırakır bir, iki, üç, dört kez daha denemek ister şansını bilemem, neticede bir şekilde bu ana gelirsiniz, zamandan bağımsız konuşacağım;
Çok şey olacak bu anda.
Dostların bir kısmı gelemeyecek hatta, veda bile etmeyeceğiz bazılarına, olsun ama kalan sağlar demiş atalarımız. Kalan sağlar bizim olsun. Kıymet bilenle devam edelim yola, halden anlayana edelim veda.
Ufak bir kardeşiniz var mı?
Abiniz, ablanız veya?
Var ise içiniz çok daha zor çünkü insan bazen anne babasından çok ardında bırakacağı ufaklığı, büyüğünü özlüyor.
En acı vedalar, ufacık yürekleri olan insanların devasa sevgileriyle, bizim elleri dolu gözleri yaşlı kalbimiz arasında kurulan köprünün, tam olarak da ortasında yaşanacak.
Kardeşler hep en sona bırakılacak zira doya doya öpüp koklamak, sarılmak, son bir kez daha kokusunu almak, dünyalara bedel olacak.
Babalar hep biraz dik duruşlu olur bu anlarda, baba yoksa abi üstlenir o görevi, ailenin en büyük erkeği kimse ona düşer keza tam da o an, herkesin ufak bir dokunuşta yıkılabileceği o an, dimdik durmak, duygusal dengeyi korumak, sonra eve gidince bir köşeye çöküp sessizce ağlamak, sert kayadır bir baba/abi olmak.
Anneler, teyzeler, anneanneler, ablalar, onlar pek tercih etmezler kendilerini tutmayı, salarlar, hatta bazen öyle bir salarlar ki bizi de ağlatırlar. Yine de üzmemeye çalışalım onları, neticede biz gidiyoruz, onlar birlikte kalacak. Bizim yalnız başına ağlamamız kraliçelerimizin aklına dert olacak, üzmeyelim olur mu?
Bence olur.
Olur, bu valiz de tam olarak şuraya cuk oturur. Bıraktık yerine, yavaştan geçelim yerimize, son bir kez sarılalım miniğimize, tutalım gözümüzdekileri bir nebze, geçelim koltuğa, bekleyelim, hareket etsin, son bir kez daha bakalım sevdiklerimize, bir kere daha sevelim, vaktimiz varsa çıkıp sarılalım, ne de olsa öyle böyle özlemeyeceğiz onları, çok özleyeceğiz, öyle çok özleyeceğiz ki bazen burnumuzun direkleri sızım sızım sızlayacak onları özlemekten.
Neysem, araç anlaşılan birazdan kalkacak, azıcık daha dayanalım, sonra sel de olur heyelanda problem değil, yeter ki görmesin ailemiz, vedamızın gözyaşlarını.
Kendinize iyi bakın olur mu ailem ve ailem yerine koyduğum güzel mi güzel dostlarım, kardeşlerim, çok iyi bakın kendinize, biliyorsunuz bakmazsanız eğer ben hissederim, bakın o yüzden, ben de bakacağım, söz.
Vedayı da tadında bırakmak gerek öyle değil mi sevgili veda ortaklarım, hadi bakın araçta hareket ediyor, yavaştan gözümüzü yola verip sırtımızı arkamıza yaslayalım, yolculuk yeni başlıyor.
Nice güzel merhabalara açılsın acıklı elvedalarımız…