Çocukluğumdan beri yaşadığım ülkeye dair herhangibir sevgi yada bağlılık hissetmememin nedenlerini anlamaya çalışıyorum bazı zamanlar. Daha doğrusu kendimi hatırladığımdan beri bulunduğum bu topraklara karşı niye aidiyet duygularım olmadığını sorgulamamın sebeplerini bende tam olarak bilmiyorum. Belkide bugüne kadar karşılaştığım ve muhattap olma durumunda kaldığım insanların çoğunluğunun olumsuz olması yada olumsuz özelliklerini bana göstermeleriydi bunun altında yatan sebeplerden bir tanesi. Bir insanın Tanrıya inancı varsa ilk önce herşeyden çok Tanrıya bağlı olması gerekir. Tanrı inancı yoksa, neye inanıyorsa ona bağlı olur. Ama öyle yerler ve durumlar var ki dünya üzerinde, hatta öyle toplumlar var ki, gerçekte olduklarını söyledikleri şeylerle esasında hiçbir şekilde alakaları olmadığı halde bu iddia ettikleri kimliklere sahip oldukları konusunda olabildiğince ısrarcı davranabilirler. Hatta bu tarz konularda iyice ileri gidip bu sahip olduklarını iddia ettikleri özellikleri ve kutsal atfettikleri birtakım kavramlar uğruna ölürler, ölmenin gerekli olduğunu savunurlar, maalesef ölmek istemeyenleri hainlikle suçlayıp yaftalayabilirler. Şahsen beş – altı yaşlarımdan beri amerikan ve ingiliz filmlerine, müziklerine ister istemez büyük bir istek duyuyorum. Onların yaşam tarzlarının daha insancıl olduğunu düşünüyorum. Hatta kendimi hatırladığım zamanlardan şuana kadar izlediğim tüm filmler, dinlediğim tüm müzikler, kuruduğum tüm hayalleri hesaplama imkanım olsaydı yada tümüne bir arşivden ulaşabilme şansım olsaydı o zaman bu ülkede nasıl bir eziyete, psikolojik işkenceye maruz kaldığım ortaya çıkardı. Yani bu konular öyle bir dereceye geldi ki; gerçekte olan, olmakta olan ile benim hayatım boyunca olmasını istediğim arasında anormal farklar var. Bu tarz konularda çeşitli iddiaları var bu coğrafyanın güzel ve yaşanabilir olduğunu iddia eden insan sürülerinin. Bazılarından bahsetmek gerekirse; batılı devletlerin özellikle Amerikanın türkiyedeki bazı gençler üzerinde zihin kontrol mekanizması geliştirdiğini, onlara bunu 4 yaşlarından itibaren sistemli olarak uyguladığını, bu tarz türk gençlerinin yaşları ilerledikçe ülkelerine olan bağlılıklarını kaybettiklerini ve özellikle Türk erkek neslinin sayısını azaltmaya, niteliklerini yoketmeye, eskisi gibi olmamalarını sağlamaya çalıştıklarını söylüyorlar. İnsanların bebeklik ve bebeklikten çıkış sonrası zamanda ortalama 4 yaşından itibaren kendilerini hatırlamaya başladıkları söylenir. Beni merak ettiren en başlıca soru, amerikanın veya ingilterenin bunu nasıl bir teknoloji ile yaptığı sorusudur. Yada teknoloji artı büyücülük ile mi yapıyorlar diye de aklıma geliyor. Ayrıntılara inmek gerekirse, çok az hatırladığım ilk çocukluk hatıralarımın bazılarında dedemle seher vaktinde sabah namazına gitmek için can attığımı anımsıyorum. Annem “ o daha çocuk bu saatte camiye gitmesede olur “ şeklinde dedeme söylediği sözler aklıma geliyor. Ama yinede ergenlik çağına girene kadar ve sonrasında maalesef sigaraya başlayana kadar geçen dönemin öncesinde kitap okumaktan daha çok zevk aldığımı, islamiyete karşı saf duygularımın olduğunu, bebekleri sevmekten ve yaşlılarla konuşmaktan büyük mutluluk duyduğumu hala hatırlayabiliyorum. Öyle aşinalıklar ve hatıra parçaları gözlerimin önüne geliyor ki; mesela 14 yaşımdan önce nefes aldığım – soluduğum havanın tertemiz olduğu aklıma geliyor sanki…Veya karşı cins yani kızlarla konuşma hususunda oldukça rahat olduğumu hatırlıyorum. O zamanlar erkeklerle nasıl konuşuyorsam kızlarla da aynı öyle konuşabiliyordum. Bilmiyorum belki de bunlar gerçeklik dışı bir iyi niyet besleme uğraşı olabilir. Çünkü gerçekte olanla nadiren yaşadığım iyimser kültürel geleneksel hatıralar arasında orantı olarak çok yüksek fark var. Çocukken karete kid – harika çocuk – rocky / rambo serileri gibi ve benzer fimleri çok izlerdim. Özellikle sabah uyanır uyanmaz sabahları çıkan çizgi filmlere bakmak kadar güzel başka ne vardı hiç bilmiyorum. Müzikler konusunda da benzer şeyler yaşadım dürüst olmak gerekirse. Şans eseri bir reklamda yada filmin / çizgi filmin bir karesinde duyduğum “ rock “müzikler bilinçaltımda derin izler bıraktı. Yıllar geçtiğinde o müzikleri her gün ve gün ölürcesine dinleyeceğimi o zamanlar tabiki bilemezdim ama istediğim şey gerçekten de dinlemekti…Hiç durmadan dinlemek…Bütün bunların zihin kontrolü veya Amerikanın kötü olması ile nasıl bir ilgisi var inanın hiç bilmiyorum. Aklıma şöyle bir soru geliyor; acaba genel anlamda dünya üzerinde en büyük etkisi olan devlet amerika değilde türkiye olsaydı, o zaman dünya nasıl biryer olurdu? Gerçektende Amerikanın bıraktığı etkiden daha temiz daha güzel bir etki bırakabilir miydi türkiye devleti? Bu denli bozuk sosyokültürel yapısı ve uzun zamandır devam eden insaniyetsiz yönetim şekli artı yozlaşmış – gelenekçi cahil halkı ile sizce türkiye devletinin ve halkının dünyaya katkısı artıları olabilir miydi? Ama üzücü bir gerçekte şu ki bu tarz sorulara ancak kapkaranlık bir cehalet içinde yaşamayanlar doğru cevap verebilir bana sorsanız. Bu coğrafyada olmakta olduğunu söyledikleri ile, gerçekte olanlar çok farklı gerçektende. Yani güçsüz ülkelerin toplumlarını idare etme yöntemlerinden bir tanesini söyledim sadece. Sürekli ne kadar iyi olacaklarından bahseder dururlar. Ama bundan yüz yıl boyunca birçok yönetim bahsedip o iyi olma zamanına hiçbiri ulaşamaz. Çoğu zaman güçlü olduklarından, merhametli olduklarından yada dünya üzerinde etkilerinin olduğundan bahsederler. Ama halihazırda bütün bunlar zaten cahilliğin kılcal damarlarına kadar işlemiş olduğu halklarını uyutmak için başvurdukları klasik yöntemlerdir. Belkide küçük yaşlarda deneyimlediğim masumca hatıralar Tanrının lütfundan başka bir şey değildi. Zaten herşeyi O kontrol ettiği için insanlara, toplumlara ve devletlere hakettiklerini veren yüce Tanrıdır. Bu noktada Rabbin kontrol mekanizmasını insan aklı ve zamanı ile yanlış anlamamak gerekir. En azından anlamadığımız ve bilinebilirliği sınırlı olan konularda doğru söylemek yada hiçbirşey söylememek akıllıca olur. Bu kadar can sıkıcı konulardan bahsetmek istemesemde içinde bulunduğumuz zaman ve koşullar bilinçaltının da etkisiyle birleşip ortadoğuda yaşayan ama yüksek ihtimalle ruhu Britanya veya Amerika da olan bu garip insanı böyle bir yazı yazmaya itiyor. Deşarj olmakta önemli öyle değil mi sayın okuyucular? Sokrates’e öldüğünde kendisini nereye gömmelerini istediğini sorduklarında ne kadar güzel söylemiş; “ Gökyüzünün altında biryere “ diyerek. Zaten ruhların ölümsüz olduğuna inanan biri olarak ölmeden önce veya sonra bu topraklardan bu birbirine benzeyen insanlardan çok uzaklarda olacağıma o kadar güçlü hislerle inanıyorum ki tarifi zor. Belki bu topraklarda düzelir ve adalet – hoşgörü hüküm sürer belli bir zaman sonra. Bende toprağın altında yada toprağın üzerinde o günleri görürüm. Nede olsa ruhlar ölümsüzdür. Ait olunan yerin neresi olduğunu bulmak hem zor hem çok güçlü bir dejavu ve aşinalıktır bende uzun zamandır. Ama tüm kalbimle söyleyebilirim ki orayı bulamadığım halde varlığından, kendi varolmamın kesin olduğundan daha çok eminim. Ve yine tüm varlığımla Rabbe dua ediyorum; sahibimiz, parçası olduğumuz, bize neyin iyi geleceğini bizden iyi bilen, anne – babadan daha merhametli olan Rab Tanrımız sen kimseyi sonsuza dek geri çevirmezsin ,bizlere huzuru, kalben tatmin olmayı, gönül ferahlığını ve ruhlarımızın ait olduğu yerde sonsuzluğa kanat açmayı bahşet. Bu dünyada ne olursa olsun insanlar için her zaman bir olumsuzluk ihtimali söz konusudur. Çünkü herşeyin zıttıyla varolduğu dünya denen yerde yaşıyoruz. Bu dünyanın bazı bölgeleri daha az sorunlu bazı bölgeleri daha çok sorunlu olabiliyor. Ama ruhlarımızın, canlarımızın, bedenlerimizin sahibi ana kaynağı olan Tanrı bunu kendi planı / tasarısı çerçevesinde gerçekleştirdi ve hiçbir insan Tanrının kendisi kadar bilge olamaz . Bilgeliği ve ruhta Rabbe yakın olmayı lutfeden yine Rabbin kendisidir. İçimdeki ışık, içinizde ki ışığı selamlar ! Bu yazıyı okuyan herkes.
Yaşam Karmaşasının Anlamı
Subscribe
Giriş Yap
Yorum yapmak için giriş yapmalısın
0 Yorum