Ortaçağ’da Avrupa büyüye daha gelişmiş bir yaklaşımın doğumuna sahne oldu. Bu yaklaşım giderek daha incelikli bir hale gelen “Hıristiyan” okültizm geleneğinin yanı sıra eski Hermes, Kabala ve simyacılık geleneklerine -ve önceki yüzyıllarda büyük oranda kayıp olan Yunan filozoflarının çalışmalarına- dair bilgilere erişimin giderek artmasıyla ilişkiliydi.
Bu kayıp bilgiler nasıl tekrar oratya çıktı? Özellikle simyacılık, eski klasik metinlerin çevirileriyle Ortadoğu kaynaklı orijinal düşüncenin bir karışımından oluşan Arapça çalışmalara muhtaçtı. Örneğin Pers Bilge Razi’nin çok önemli simyacılık ve tıp risalelerinin yanı sıra Arap kimyager Câbir bin Hayyan’ın Kitab-al Kimya‘sı (Kimya Alaşımları Kitabı) gibi eserler on ikinci yüzyılda Latinceye çevrilmişti.
*Batı’da Geber adıyla bilinen Arap simyacı Câbir bin Hayyan’ın portresi
Bu tür eserler Ortaçağ boyunca ve Rönesans başlarında simyacılığın esas metinleri oldu. Benzer biçimde Hermes Trismegistus’a atfedilen Zümrüt Levha on ikinci yüzyılda Latinceden Arapçaya çevrildi.
Arapçadan çevrilen bir başka ana metin Secretum Secretorum‘dur (Sırların Sırrı).
*Roger Bacon
Secretum Secretorum Ortaçağ düşüncesine derinden etki etmiştir, hatta bazı araştırmacılar dönemin en çok okunan kitabı olduğunu savunmuşlardır. Kitaptan etkilenen kişilerden biri de İngiliz filozof Roger Bacon’dı (1214/20-1292). Bilimsel yöntemin öncüsü sayılan Bacon bir tür efsuncu olarak nam salmıştı ve gaipten haber veren bir “pirinç kafa” imal ettiğine inanılıyordu.
Ortaçağ yazarları büyü ve ritüelleri günümüzde büyücünün el kitabı (grimoire) diye bilinen derlemelerde bir araya getiriyordu. Okült geleneklere yönelik bu ilgiyi kısmen Haçlı Seferleri’nin tetiklemiş olmasıda ilginç bir tesadüftür. Özellikle Ortadoğu’ya düzenlenen IV. Haçlı Seferleri sırasında Konstantinapol’ün yağmalanmasıyla klasik el yazmalarının bir bölümü Batı Avrupa’ya geçti. Haçlı Seferleri’ne katılanların çoğu zan altındaydı; bilindiği gibi, Tapınak Şövalyeleri gizemli ritüeller düzenleme ve iblislerle iletişime geçme suçlamalarıyla yargılanıp mahkûm edilmiştir. Ortaçağ’da kadınlardandan çok erkeklerin cadılıkla suçlanma olasılığının yüksek olmasıda ilginçtir.
Mikrokozmos ve Makrokozmos
On ikinci yüzyılda iyice yerleşmiş olan -ve elbette o dönemin toplumunun hiyerarşik yapısını da destekleyen- insanın evrende sabit bir yeri olduğu anlayışı, Giovanni Pica della Mirandola gibi önde gelen figürlerin insanların meleklerden daha üst seviyeye yükselebileceğini savunduğu Rönesns’ta sorgulanmaya başlanmıştır.
*Yukarıda Robert Fludd’un Utrisque Cosmi (1619) adlı kitabının başındaki sayfada, insanın makrokozmosla ilişkisi tasvir ediliyor. Resmin üst kısmında Tanrı’dan dünyaya uzanan halat görülür.
*Ortaçağ’da gezegenlerin hareketleri, meleklerin hareket ettirdiği bir dizi döner küreyle tasviriyle açıklanırdı. Büyü düşüncesinde meleklerle iletişim kurlup fiziksel dünyaya etki etmeye ikna edilebileceklerine inanılırdı.
Demonoloji
İblislerin din ve büyü pratiklerinde tuhaf bir yeri vardır, birinde varlıkları reddedilirken diğerinde kötü talihin nedeni olarak anılırlar. Bununla birlikte, tanrılık vasfı taşımadan doğa üstü düzene etki eden yaratıklar olmaları nedeniyle okültist büyü pratiklerinde çok önemli bir rol üstlenirler.
Ortaçağ’da bu konu üzerine bilgi veren ana metin Bizanslı yazar, filozof ve devlet adamı Mikhail Psellos‘un on birinci yüzyılda yazdığı De Operatione Daemonum‘dur. O yüzyılda Ortodoks Hıristiyanlık’ta iblislerin varlığı kabul ediliyor ama Cennet’ten sürgün edilmiş melekler oldukları, dolasıyla onlarla iletişime geçilmesi gerektiği düşünülüyordu.
Ortaçağ’dan itibaren büyücülükte ağırlıklı olarak iblislere belli işler yaptırmak için onları adıyla çağırmaya odaklanır. Örneğin Pseudomonarchia Daemonum‘da altmış dokuz iblisin adı ve bu iblisleri nasıl çağrılacağı anlatılır.
*Büyücülükte iblisler hakkında bilgi -adları, mühürleri, görünüşleri- büyük önem taşır. Bunlar, Cehennem’in ileri gelenlerinden bir kısmının “resmi portreleri”dir.
Büyücülüğün Cezalandırılması
Büyü karşırtı yasaların ilkine, İÖ ikinci milenyumda Babil’de yazılan Hammurabi Kanunu’nda rastlanır. Bu yasaya göre büyücülükle suçlanan birinin masumiyetini anlamak için kutsal nehre atılarak boğulup boğulmayacağına bakılır.
Kadim Roma hukukunun temelini oluşturduğu kabul edilen Lex XII Tabularum (On İki Levha Kanunu) da İÖ beşinci yüzyılda büyüyü yasaklamıştır. Roma İmparatorluğu’nda da büyücülük istikrarlı bir şekilde cezalandırılıyordu. Lex Cornelia‘da (İÖ 82) şöyle yazar: “Birisini büyüleme, efsunlama ya da bağlama amaçlı kâfirce ritüellere veya gece ritüellerine başvuranlar … çarmıha gerilir ya da vahşi hayvanlara yem edilir… büyücüler ise canlı canlı yakılır.” İS 292’de İmparator Diocletianus simya kitaplarının yakılmasını emretmiştir.
*Tapınak Şövalyeleri kâfir olmakla ve kara büyü yapmakla suçlandılar. Büyük bölümü yakılarak öldürüldü.
Kaynak: Okült, Cadılık Ve Büyü Resimli Tarih, Chrıstopher Dell, YKY, 2021, 2.Baskı