Bomboş bir odadayım. Yo yo oda benim içimde sanki. Bilemiyorum niye boş bu oda. Her yer beyaz her şey beyaz. Kapı, duvar, masa, sürahi, yatak ve hatta üzerimde ki kıyafette. Beynimde tıpkı bu oda gibiydi. Boş, beyaz ve sessiz. Başım dönüyo, mideme kramplar giriyo. Kalkmak istiyorum ama kalkamıyorum. Elimi saçıma atıyorum saçlarım dolaşık, kabarık. Günlerdir taranmamış gibi. Gibisi fazla belki de. Dışarda garip sesler duyuyorum. Dilim damağım dudaklarım kupkuru. Ağzımdan sadece “su” kelimesi çıkıyor. Ve sonrası karanlık.
– Dolunay! Dolunay! Hadi güzelim aç gözlerini!
İsmimi duyuyordum ama gözlerimi bir türlü açamıyordum. Ama ses babama aitti. ‘Güzelim’ ne kadar tiksinç. Birden kan beynime sıçramıştı ve kaldıramadığım kafamı kaldırmıştım bi güçle. Ayağa kalkıp tuttuğu elimi çektim elinden.
– Sen ne yüzle buraya gelirsin? Ne sıfatla? Niye o arabanın içinde değildin niye? Neden engel olmadın? Katilsin sen şerefsiz!
Günlerdir belkide haftalardır susuyordum. Uzun zaman sonra o kadar kuvvetli bağırdım ki kuru olan boğazım patlamıştı. Ve birden güçsüzce yere düşmüştüm. O sırada kapı aralığında birini gördüm benim gibiydi o da, beyazdı kıyafetleri bana acır gibi bakıyordu. Doktor ve hemşireler beni yatağa geri taşıdı. Sakinleştirici verildi. Ve Dolunay gene uyudu.
İçinde olduğum durum, kardeşime ne hesap verecektim. Burak nerdeydi? Beni sorup merak etmesi gerekmez miydi? Ne kadar zamandır buradayım? Eğitim hayatım bitmişti sanırım. Buraya kadarmış Dolunay. Hayatım dört dörtlük giderken bir olayla alt üst olabiliyormuş. Yaşamım tam olarak nerede son buluyordu? Daha ne yaşayacaktım? Kimsesizdim galiba artık. Gücüm yoktu, yaşama sevincim yoktu hayata tutunacak bir sebebim de yoktu. Burak da yoktu ortada. Sahi nerdelerdeydin Burak?