SORULAR, SORULAR…
Son günlerde iktidarın yayın kanallarında bolca Yunanistan ve Kıbrıs üzerinden ABD’nin Türkiye’yi kuşatma hazırlığında olduğu bilgisi -safi zihinlere- pompalanıyor. Batı Trakya’da kurulan-genişletilen NATO üssü, evet hem Kuzeye Balkanlara, Hem de güneye Akdeniz’e doğru bir etki genişletme sunuyor; ancak bu güdümlü programlarda unutulan-görmezden gelinen şey, NATO’nun Ortadoğu’daki en büyük üslerinden birinin zaten Adana’da konumlandığı ve yine Türkiye’nin bir çok yerinde gerek teknik dinleme, gerek ise askeri operasyona uygun olan onlarca NATO üssü olduğudur. Zaten NATO üyesi bir ülke olan Türkiye’ye, doğrudan kendi içindeki bunca askeri üs bir tehlike arz etmez iken, Yunanistan’da kurulacak bir üssün nasıl olupta tehlike arz ettiği tam bir saf zihin muammasıdır.
Diğer bir gelişme ise, yakın günlerde bir Azerbaycan-Ermenistan çatışması yaşandı. Geçen senelerde de bir benzeri yaşanan bu durum o tarihte, problem, tarafların yaramazlık yapmış çocukların okul müdürünün masasında yan yana oturmaları gibi Rusya’da, Putin’in karşısında oturarak çözülmesi ve Rusya’nın Ermenistan’da daimi bir birlik yerleştirmesiyle sonuçlanmıştı.
Bugün ise Rusya konuyla çok yakından ilgilenmiyor gözükmekte. Belki de Ukrayna’da zaten yeterince meşgul olduğundan bu iki ülkenin conflict çatışma problemi şimdilik onu çok fazla alakadar etmiyor.
ABD’nin ise tam tersi bir tutum takınarak, Temsilciler meclisi başkanı Pelosi’nin Ermenistan ziyareti ile farklı bir plana geçtiği anlaşılıyor.
Bir diğer farklı gelişme ise, ABD’nin Kıbrıs’a uyguladığı ambargoya son vermesi gözüküyor.
Bu esnada, yaşlı dünyamızın diğer bir yerinde başka bir takım gelişmeler yaşanmaktaydı. Şangay topluluğunun son zirvesinde bir yeni misafir vardı; Türkiye. Batı ve NATO ile yeteri kadar uyumsuzluk yaşamakta olan, savrulan bir dış politika ile hangi takımda olup hangi kaleye gol atacağını bir türlü kestirememiş haldeki iktidarın bu hareketi ile ne yapmaya çalıştığını acaba muhatapları ne kadar ve nasıl anlamıştır? Şangay oluşumunda bulunmak yine evvelce de olduğu gibi bir tarafa yapılmış bir blöf mü, yoksa daha da ötesi her iki tarafa, hem NATO’ya hem Şangay’a yapılmış çift yönlü bir blöf mü?
Aslına bakılırsa, uluslararası politikada, blöf tutmaz. Çünkü, çağımızda, devletler arasında hiç bir niyet saklanamaz, tüm kararların alt temellerine dair bilgilere diğer taraflar zaten bir şekilde ulaşırlar. Ya açık kaynaklardan, ya da istihbarat kaynakları ile ya da 3. taraflarca kendisine iletilen bilgilerce.. yani iktidarların aldığı kararlarını hangi saiklerle alındığını, düzgün işleyen bir sisteme sahip tüm diğer karşı otoriteler zaten bilirler. Karşı hamlelerini de zaten buna göre daha önceden hazırlamıştırlar.
Dış politik kararları, iç politikada alınanlar gibi ve benzer saiklerle alan bir iktidar, kendinden evvel ülkeyi bitirecektir. Kurallı ve esaslı bir iktidar, dış polikada asla spontane hareket etmez, her karşı hamleye, bir cevap hazırındadır. S400 hadisesinde yaşandığı gibi. (İktidar hava savunma sistemi alamadığı Avrupa ve ABD’ye karşı yaptığı blöfü yutmak zorunda kalmış ve Londra tefecilerinden ülkenin geleceğini satarak aldığı parayı, –ciddi bir dış siyasi bedel ödemeden asla kullanamayacağı- ve asıl imâl gayesi aslında kendi ülkesine ve müttefiklerine karşı kullanılmak olan bir hava sistemine yatırmıştır. )
Konjonktürü yanlış okuyan iktidarlar ülkelerine varlık-bekâ problemi yaşatırlar. Rusya’nın Ukrayna hatası da böyle anlaşılabilir. Bütün her şeyin aslında bir kaç yıldır, kendisine bu hatayı yaptırmak üzere planlandığını kaçıran Rusya, (yahut Putin), şimdi bu hendekten az hasarla çıkma gayreti yaşamakta. Bugün anlaşıldığı üzere şu an her şeyin Rusya’ya bu hatayı yaptırdıktan sonrası için zaten daha evvelinden planlandığını dahi düşündürüyor.
Aslında bugün Şanghay ekibinin hedefi, İran’ın katılımı ve Türkiye’yi temsil edenlerin -fake- desteğiyle koşar adım gittiği yer, NATO’nun zaten gitmelerini isteyip tüm karşı planları yapmış olduğu yer olabilir mi?
Peki Türkiye’nin Şanghay ekibinin içindeki durumu ne olabilir? Rusya, ilk muhtemel genel seçimin ardından siyasi, sosyal, ekonomik ve toplumsal yapısı alt üst olma ihtimali bulunan, iktisadi bir tayfunun arefesindeki bir ülke olan Türkiye ile geleceğe yönelik bir yatırım niye yapar? Mevcut iktidarın ya yeniden kesinlikle seçileceğine, ya da seçim falan olmayacağına, dolayısıyla bir iktidar değişikliğini asla öngörmediğinden olabilir mi? Daha da ötesi, Rusya’nın ulaştığı bu kanaate, ABD’nin de vâkıf olduğunu düşünürsek, ABD’de Ortadoğu denklemini, Türkiye’siz olarak, Yunanistan, Kıbrıs ve Ermenistan üzerinden tekrar kurgulamaya başlamış olabilir mi? ABD bu üç ülke üzerinden ve mevcut olanlar ile ve kurulacak üsler aracılığıyla yeni bir Ortadoğu güç dengesi ve dinamiği kurmayı hesaplamış ve kararsız, çalkantılı, unstable bir Türkiye’yi Şanghay’ın içine bir kanserli hücre gibi itiyor olabilir mi?
Baktığımız yerden görünen manzaraya göre, Türkiye’nin Şanghay’a yakınlık göstererek Batı ve NATO’ya -haddini bildirme- gayreti (!) zaten çok evvelinden ABD tarafından hesaplanıp öngörülmüş ve karşı hamleleri hazır beklemekte olan bir fake- blöf intibaı vermektedir.
Peki aslında Uluslararası sahada gerçek devletler için gizli bir niyet olamayacağına göre, bütün niyetler zaten saikler üzerinden bileneceğine göre, yani satrançta olduğu üzere her iki taraf karşı tarafın niyet ve hamlelerini daha evvelinden bilmesi beklendiğine göre, Türkiye’nin Şanghay’a yakınlığının belki de ABD’nin işine geldiğinin anlaşılması tabii ki mümkündür. Peki Şanghay ekibi olayın farkında değil mi? Şanghay ekibi zaten Türkiye’nin, orta ve uzun vadede Şanghay içinde bir pürüz yumağı olacağını, ABD’nin bu uyumsuz unsurun Şanghay’a yakınlaşmasına bilhassa yol verdiğini baştan biliyorsa, özellikle Rusya ve Çin, niye bu yakınlaşmayı onaylar gözükmekte?
Cevap aslında çokta şaşırtıcı değil. Tabii ki Türkiye’den (henüz Şanghay’da problemler yaşanmaya başlamadan önce) alacakları bir takım kapitülasyonlar ve dış siyasi menfaatler uğruna.. Rusya’nın ve Çin’in Türkiye’den alacakları karşılığı ele geçirdikten sonra, yani bir menfaatleri kalmadıktan ve Türkiye’nin unstable, tutarsız ve kararsız yapısı problem çıkartmaya başlamadan evvel aralara bir takım soğukluklar gireceği veya daha karşılanamaz taleplerle Türkiye’nin Şanghay arzusunun küstürüleceği muhtemeldir. Nihayetinde de Şanghay hevesinin (bir ergen ile yetişkin arasındaki aşk gibi) belli bir zaman sonra tadının kaçacağı anlaşılıyor.
Sonuç olarak, Türkiye bir kez daha jeopolitiğinin hâkimi değil mahkumu haline gelmiş ve bir tarafta, (Türkiye yerine, daha kararlı ve güvenilir bir ikinci alanda ortadoğu stratejisi kurgulamak isteyen) ABD’yi Yunanistan, Kıbrıs ve Ermenistan’a yanaştırmış, diğer tarafta da Türkiye’den bir takım kapitülasyon ve dış siyasi destek isteyen Rusya ve Çin kutbuna göz kırparak taviz temelli bir temas kurduğu görülmektedir.
Belki bu öngörüdeki en can sıkıcı durum, tüm bu uluslararası hesap ve planlar büyük küresel ülkeler ve güçler açısından, üst bir akıl çerçevesinde ve en üst stratejik ayarlamalarla çok uzun vadeli yapılırken Türkiye’nin hamle ve kararlarının hep anlık, spontane ve bir dar grup tarafından bazen hissi, bazen de şahsi saiklerle alınmasıdır. (Bu saiklerin muhtemelen neler olduğu veya olabileceği, başka bir yazı konusu olabilir). Bunun böyle olduğunun zaten diğer taraflarca bilindiğini ise söylemeye gerek yok…