“to be or not to be” Shekspear (ki gerçekten yaşamış ise) asırlar evvelinden, etrafımızda yaşadıklarımız, gördüklerimiz, çabaladıklarımız, söylediklerimiz,… herşeyin aslında tek bir amacı olduğunu belirtmiş.
Bu ifadeden yanlış anlaşılan şey: herşeyin tek amacın yaşamak olduğudur. Aslında shekspear, “to live or not to live” dememiştir. “to BE or not to BE” demiştir. Yani aslında tüm çabalarımız: herşeyin tek amacı “var olmak” arzusudur.
Bir Japon şintoist rahibin dediği gibi, çevremizdeki herşey, insanlar, havyanlar ve canlılar hatta daha ötesi tüm cansız varlıklar, üzerinde yürüdüğümüz toprak, hava, su, karşıdaki dağ, deredeki çakıl taşları, sadece var oldukları için saygıyı hakeder. Hiç var olmamak varken, var olmadığından haberdar bile olamamak varken, o korkunç hiçlik ve yokluktan kurtulup-kurtarılıp karşımızda olmaları, mevcudiyetleri, var olmaları bir saygıyı hakeder.
İşte tüm az-çok bilinç sahibi varlıkta olduğu gibi insanda da, ruhlarının gizlilerinde saklanan bu yaşamak-var olmak arzusu, hayatımızın bitmez enerji santralidir. Tüm yaptıklarımızı ve yapmadıklarımızı o gizli arzunun dayanılamaz iteklemesiyle yaparız.
Varolmak arzusuyla erken kalkar, varolmak arzusuyla aç kalır, varolmak arzusuyla kan-ter içinde herşeyimizi feda ederiz. Hatta yine sonsuza dek sürecek bir varoluş ümidiyle şu geçici hayatımızdan bile vazgeçer, feda eder, yepyeni ve ebedi bir maceraya, o dibi görünmez boşluğa kendimizi bırakırız. Çok uzun bir hayat yaşamış ve ömrünün sonuna gelmiş bir adamın, ölümün eşiğinde oyalanırken söylediği gibi: “şimdi ne macera başlayacak ama..”
Bütün bu varolma gayretinden dolayı insanlar herşeyi yapmaktalar. Hastaneler, fototerapiden, sesle tedaviye, akla gelen herşeyi deneyen tıp merkezleri, fitness merkezleri, gençleşme klinikleri, ozon tedavileri, alternatif veya eski arkaik usulleri uygulayan, bütün hayal-gerçek usülleri uygulayan kişiler ve yerler aslında insanın içindeki bu önünde durulmaz dürtünün sonucudur.
Gaye: vücut zamanımızı durdurmak hatta mümkünse geri çevirmek.
Aslında şu hayattaki bütün yaşadıklarımız, tüm bu serüven, eğer biraz yukarıdan bakacak olursak, hızla bir hedefe giden bir trenin içinde, ileri veya geriye koşuşturmaktan ibaret. Sanki 2013 yapımı “Snowpiercer” filmindekilerin gerçeğini yaşıyormuşuz gibi. ( filmde tüm hayatı doğumdan-ölüme, devamlı hareket halindeki bir trende geçen insanlar anlatılıyor). Ne yaparsak yapalım, sonunda tren hedefe vardığında, istasyona ulaştığında, hangi vagonda olacaksak olalım, aşağıya ineceğiz. Ne yaparsak yapalım, hayattan istediğimizi tam olarak alamadan istasyona varacağız. Hep bir şeyler eksik kalacak. Hayatı boyunca evinin tavan arasında biriktirdiği kağıt paraları çuvalla bankaya götüren yaşlı adama bankanın verdiği cevapla yaşadığı şok ve boşluk hissi gibi: “beyefendi, bu paralar tedavülden kalkmış, herhangi bir değeri yok..”.
Uzun asırlar boyunca hayata tutunma, hayatta kalma hayatı geri getirme, vücudu gençleştirme, zamanın ötesinde kalma gayretleri, hep hedefine hızla giden trenin içindeki vagonlarda yer değiştirmeden ibaret kalmış hiç kimsenin aklına treni dışarıdan durdurma trenin dışına çıkma Fikri gelmemiştir. Ta ki, bir fizikçinin bir formülü bulmasına kadar. e=m.c”.
Einstein ile beraber Newton zamanından beri bilinen fiziğin başka bir versiyonu olaylara hakim olmuş, maddenin ötesinde de fizik kurallarına pek kulak asmayan bir dünya olabileceği anlaşılmıştır. Einstein, bu formülü ile bizlere trenin dışına teorik olarak çıkma imkanının da olduğunu göstermişti. Trenin dışına yani zamanın dışına çıkarak zamanı alt etmek Sonsuzluğa ulaşmak. Teoriye göre Işık hızına ne kadar yaklaşırsanız zaman o kadar yavaşlar. Böylece 2014 “Instellar” filmindeki gibi, gençliğimizdeyken torunlarımızın yaşlılığını görebiliriz. Bu mantık doğrultusunda devam edersek: Işık hızına ulaştığımızda akla sığmaz bir şey olur: zaman durur. Işık hızını geçtiğimizde ise zaman dışına çıkarız. Bu teori, bazı insanları da korkunç Zihni dalgalanmalara yol açmıştır. İnsanın geçmişi ve geleceği aynı anda yaşaması, filmin bir aktörü iken, film şeridinin dışında filmin istediği bölümünü istediği zaman, istediği tekrar kadar seyretmesi gibi.
Böylece (şu an için teoride olmak üzere ama yine de kağıt üzerinde mümkün olabilecek şekilde) zamanı durdurmak geri çevirmek ve Sonsuzluğa uzanmak fikri zihinlerde bir çılgın devinime yol açmıştır. Kuantum fiziği çağı başlamıştır
Bu kuantum fiziği ile yavaş yavaş anlaşılmaya başlanan şey aslında zamanın, zaman dediğimiz şeyin sadece bir yanılsamadan ibaret olduğu ve Ne yaparsak yapalım Aslında sonsuzluk çarpanı karşısında zamanın hiçbir şey ifade etmediğidir.
Yani, aslında tüm hayatımız boyunca yaptıklarımız, ömrümüzü tavan arasında kağıt para biriktirmeye adamaktan ibarettir. En gerektiği anda hiç bir değeri değeri olamayacak izafi, değişken şeylerle vakit geçirmekten ibarettir.
Neticede, madem varız, hiç olmamak, hatta olmadığını bile bilmemek varken varız ve bu bizde akıl almaz bir sonsuzluk arzusu, daima var olmak arzusunu patlatıyor, o halde, ebediyete hazır olalım. Çünkü bu kadar varlığın bu kadar çılgıncasına istediği şey, ebediyet-sonsuzluk muhakkak olmalı..