Bana sorular soruyorsun, cevaplarını bildiğin sorular…
Tek istediğin benden duymak, benim ağzımdan benim dudaklarım ve bizzat, benim sesimden.
Kırılmanı istemiyorum demek isterdim, ama kırılıp üzüleceksin, buraya gelene kadar yürüdüğümüz o sessiz yolda bunu anlamış ve kendini buna hazırlamış olmalısın, görebiliyorum.
Beni tanıdığın gün için senden özür dilemeliyim, karşına ilk kez çıkışım ve sana ilk kez seslenişim için özür dilerim senden..
Geriye dönüp bakınca seni tanıdığım için çok mutluyum ama bu mutluluk insani olaraktan kendini sürekli yeni duygu ve düşüncelerle yenileyecek, deneyeceğim, çabalayacak ve kendime,”hayır, onu bir insan olarak seviyorsun, o iyi biri.” Diyeceğim, ama bazen izin vereceğim bu insani düşüncelere, seni bazen sevmeyecek yargılayacağım, bundan utanç duyacağım.
Ama yine de yapacağım.
Sen ya da siz, nasıl hitap etmeli, nasıl seslenmeliyim boşluğa bilmiyorum.
Kim ne zaman anlar ondan da emin değilim,
Sanıyorum tüm büyüyü bozup benim söylemem ve göstermem gerekiyor,
Küçük parçaları nasıl devasa bir yığına dönüştürüyorum size iyi göstermeli ve beni aşagılamanızı izlemeliyim.
Peki, ya ben çok abartıyorsam?
Ya gerçekten büyükse?
Kaçtığım şey bir gerçek ve bu gerçeklik kanlı canlı karşımda duruyorken başka bir yöne bakmam bir şey değiştirir mi?
Tüm bu sıkkınlığı ne alır ya da gördüğüm şeyleri nasıl anlatırım.
Korktuğum şeyin bir olasılık değil de kaderimin bir küçük ön seyri olduğuna nasıl inandırabilirim.
Bu ilerleyişin bir geri dönüt olduğunu ve geçmişe hazırlık olduğunu, döngüyü ve döngüde bulunan, geçmiş ve gelecekte olasılık olarak bulunan yaşantılarımı tüm bu şeyleri nasıl aynı noktaya toplarım…
Boşlukta saklanmanın getirisi yaşanan bu yoksunluk benliğimin her karışını gezdi yavaşça, acele etmeden ve sesizce.
Küçük bir küreden yayılan Sisi izledim, aydınlığa karışan yanımı karanlıktaki diğer yarımla tanıştırdım ve unutulmayı bekledim yıllarca, şikayet etmedim, bulunmak ve anlaşılmak gibi bir arzum hiç olmadı.
.