ROBOTLAŞAN BİR HAYAT:
Sabah uyandık, telefona baktık, biraz daha mayıştık, sonra yataktan kalktık, gerindik, kalkıp elimizi yüzümüzü yıkadık, yapıyorsak eğer cilt bakımımızı yaptık, dişlerimizi fırçaladık, bu süreçte elbette telefon yanımızdaydı, arada arkadaşımızla/sevgilimizle konuştuk, bir şeyler izledik belki o an. Bize gün boyunca eşlik edecek olan şu minik canavarımızı, güne başlangıçtan daha elimize alarak başladık yine güne, neredeyse her sabah olduğu gibi.
Şimdi ne yapacağız peki? Okuyorsak okula, çalışıyorsak işe, tatildeysek de o zaman evde pinekleme tercine sıcak bakabilir ya da yalnız/arkadaşlarımızla dışarıda takılabiliriz. Yılın diğer sıradan günlerinde olduğu gibi, sıradan bir aktivite ile standart düzeyde bir zaman geçirebiliriz bugün de.
Hep yaptığımız gibi.
İşe gidiyorsak eğer, ekip arkadaşlarımızla günaydın faslını bir kenara bıraktıktan sonra kantine, ha eğer ki şanslıysanız ve ofisinizde bir ısıtıcı var ise o halde direkt ofisten çıkma zahmeti bile göstermeden, sabah tercihiniz olan kahve/çay ikilisinden birini – diyetteyseniz detoks içeceğini de alabilirsiniz bu listeye- hazırlayıp, yine hep yaptığınız işlerinizi yaparak, bu ay ki tatmin hediyenizin siparişini, maaş gününüz yakınsa verebilir, ufuktaysa sepete ekleyebilir, bir hayli uzaksa da bir yere not edebilirsiniz.
Bu konuda benim en sevdiğim tercih, genelde maaş günü gelir gelmez, sepetteki 8-10 ürünün hepsini tek seferde sipariş edip, kargocunun iş yeri ve ev arasındaki denklemi çözememesi sonucu sıklıkla evime götürdüğü siparişleri, telefonda tatlı bir üslupla, iş yerime getirmesini kendisinden rica etme şıkkını barındıran tercih oluyordu.
Resmi bir kurumda staj gördüğüm dönemde bunu sıklıkla yapıp, kendimi bir hayli tatmin etmiştim bu açıdan. Yine de bu, züğürt tesellisinden fazlası olamadı benim için. Robotlaşmaya başlayan hayatımı önüme alıp biraz düşündüm. Dedim ki ben bir yerde hata ediyorum, ajandalar boş, defter zaten tutulmaya başlanmamış bile, hani plan, hani program.
FARKEDİŞ:
Bir saniye!
Ben mekanikleşiyorum!
Tekdüze bir hayata doğru kendimi sürüyorum, olağandışı bir eylemim yok, günlerimin arasında ilginç gelecek detaylar bulunmuyor, sıkıcı denecek türde bir hayat temposuna sahibim ben!
Bu sıkıcı tempoyu cebime girecek hangi ücret telafi edecek?
Benim moralimi birkaç siparişe bağlı olarak değil de kalıcı olarak düzeltecek?
Cidden ne oluyor böyle?
Ben bu değildim diye kendimi tam sorguluyordum ki nihayet staj dönemim sona erdi, devamındaysa kendimi birkaç günlük bir tatil ile ödüllendirdim.
Tıpkı bir turist gibi, gezerek, eğlenerek, robotik düzenin son bulması adına ufak çaplı bir kutlama yaparak çıktım bu dönemden. Devamındaysa farklı robotik bir düzen başladı, okul.
ÖĞRENCİLİĞİN RUTİNLEŞMESİ:
Okula gelecek olursak, okulda kural basit, en arkanın biraz önüne geç, dersi dikkatli dinle, gerçekten ilgini çeken bir konu olursa sen de katılım göster. Arkadaşlarla bolca dedi kodu yap. Çay kahve olayımız burada da geçerli, langırt ve okey ise olmazsa olmazımız konumunda hiç şüphesiz.
Bu hayat, ötekine nazaran biraz daha eğlenceli.
Çünkü gençlik baharı denen bir gerçek var hayatta, insanın kendini taptaze hissettiği, sürekli ama sürekli gezmek istediği, yeni bir şey öğrenme konusunda bir hayli hevesli, istekli, bu isteğini gözlerine yansıtacak, ışık süzmeleri çıkartacak kadar da ciddi.
Evet, çok güzel gidiyoruz değil mi, bir yerden sonra bunun da kendini robotik bir sürece sürüklemesine ne demeli peki?
ALIŞTIK DİYE:
Sanırım hayatın kendisinde bir genel tekrar durumu söz konusu, zira ne yapıyorsak bir süre sonra canımız onu tekrar yapmak istiyor, bunu işten ve öğrencilik hayatındaki sınavlardan bağımsız olarak söylüyorum.
Herhangi bir yemek zincirinin bir menüsünü düşünün dersem şu an, adım gibi eminim ki en çok tükettiğiniz yemek zincirinin, en çok tercih ettiğiniz menüsünü düşüneceksiniz. Farklı bir tat denemekten kaçınmanızın da bu söyleminize etkisi bir hayli fazla. Alışık ve tatmin olduğunuz bir tat varken sıfırdan farklı bir damak zevkine yelken açmak, Burger King tiryakisi bir gençken birden bire Arby’s in fümeli burgerlerini tercih etmenizi kimse bekleyemez sizden tabi ki.
Bir alışma süreci, hayatın her yeni adımında sıfırdan bir bebekmişçesine korkarak ama merak ederek ilerliyoruz o noktaya doğru. Endişeli vaziyette, yine de merakına yenik düşecek kadar da şapşal bir tatlılık eşliğinde tecrübe ediyoruz yeni adımımızı.
Alıştık diye de hayatın tercihlerini değiştirmekten korkuyor, alışkanlıkların dışına çıkamıyoruz.
FİGÜRAN SANIYORUZ BAZEN:
Bir takım insan toplulukları bize daha farklı geliyor bu noktada. Onları da bir nevi robot, sanki yalnızca o işi yapma adına varlar sanıyoruz. Özellikle Z kuşağının diline dolanmış olan “NPC” yani “Non Player Character” (Oyuncusu olmayan/Oyuncu tarafından yönetilmeyen karakter/Yapay zeka tarafından yönetilen karakter) Bot ve bir nevi ot gibi yaşayan, ilk başta bahsetmiş olduğum ofisteki en sessiz eleman ya da gelip giden gündelik ziyaretçiler, yapılan işi öğrenmeye kapalı olan ve kendini farklı işlerle ilgilenmeye veren stajyer gibi.
Halbuki o insanların hayatları da inanın bana çok sıra dışı. Aile problemleri, huyları, arkadaş çevreleri, konuşma biçimleri, alınmaca yok ama belki sizden daha ilgi çekici bir hayata bile sahip olabilirler, sormadan, araştırmadan, yalnızca bir tahmin yürüterek yanılmak, sanırım hayatın en olağan durumlarının başında.
Misal, hiç iki kasiyerin samimi sohbetine denk geldiniz mi?
Derse girmek üzere olan hocaların konuşmalarına kulak misafiri oldunuz mu?
Her baktığınızda size ezik/yürüyen ego gibi görünen insanla iki üç kelime edip, aslında sandığınızdan çok daha farklı biri olduğunu fark ettiniz mi?
Yani “NPC” olarak lanse ettiğiniz insanların, birer “İnsan” olduğuna, hiç denk geldiniz mi?
Sizin “Sıradan, sıkıcı, düz” dediğiniz bir kişi, kendi hayatının başrol karakterini canlandırıyor, gününe ve zamanına göre de yapması gerekenleri yapıp, söylemesi gerekenleri söylüyor gibi geliyor size oysa o kendi hayatını bir adım ileriye taşıyor, kurduğu cümlelerle, yaptığı eylemlerle.
Sizin gözünüzde elbette sıradan görülecek, çünkü sizin hayatınız başka, siz de bir başrolsünüz ama yalnızca kendi hayatınızda. Anlayacağınız siz de bir başkasının gözünde “NPC” konumundasınız. Siparişi verdiğiniz kasiyerle ketum şekilde konuştuysanız, sizin çekingen biri olduğunuzu, kaba saba konuştuysanız da muhtemelen bir ahmak olduğunuzu düşünür.
Görüşler benzer niteliktedir ve hissettiklerimiz o an adına doğrudur. Biriyle ilgili bir görüş ortaya atabiliyorsak, onu düşünüyorsak, muhtemelen o da bizi düşünüyor diyedir. Ya da abuk sabuk bir hareketine denk gelmişizdir. O hareketi biz yaparsak da bir başkası bizimle ilgili, duymak istemeyeceğimiz şeyler düşünebilir. Nitekim sıradan bir yapay zekayla yönetilen, gerçek bir kalp ve beyinden yoksun, kısaca bir “NPC” olduğumuzu, düşünebilir.
HAYAT MI TEKDÜZE OLAN YOKSA İNSANIN PİNTİLİĞİ Mİ:
Hayatın tekdüzeliğinden, nerelere geldi konu. İnsanlara geçtik birden.
Demek ki sandığımız kadar tekdüze değilmiş hayat, tekdüze olan yaptıklarımız, alışık olduğumuz iş, eğitim ve eğlence hayatımızmış. Hep aynı şeyleri yaptığımız için bu kadar sıkılıyormuşuz meğer. Yeniliğe kapalı bireyler haline gelmemizin en büyük sebeplerinden biri kesinlikle elimizdeki telefonlara hapsolup, kendimizi sanal bir Dünya’da bir kimliğin ardında, sıfırdan birisiymiş gibi lanse ettiğimiz için. Gerçek hayatın hakkını gerçek olarak veremediğimiz için sıkılıyormuşuz.
Hayat muazzam, tekrarı olmayan, bir saniyenin bile video, ses kaydı, günlük, ajanda gibi şeyler haricinde asla tekrar edilemeyeceği, o anı depolama araçları sayesinde bile yalnızca soyut olarak tekrarının sadece zihnimizin içinde, beynimizde tekrar ve tekrar döndürmemiz sayesinde yaşandığı bir hayatta, Pazar gününde evimizde boş boş oturarak “Ne sıkıcı bir hayat” diyemeyiz, en azından spontane bir yürüyüşe çıkmamız gerekir bizim.
Belki farklı bir ev görürüz, yeni bir insanla tanışırız, hiç duymadığımız bir yerde hiç görmediğimiz bir yemeği yiyip, hiç düşünmediğimiz bir ücret ödeyebiliriz. Rastlantısal olarak günümüzü güzelleştirebilir, hayatın monotonluğuna, ani kararlar sayesinde kısa da olsa bir ara verip, daha sonra her ne yapıyorsak ona kaldığımız yerden devam edebiliriz.
İş hayatı da eğitim hayatı da eğlence hayatı da elbette bir süre sonra kendini tekrar edecek, dünyanın en sıra dışı okulunda okumuyor, en zevkli işini yapmıyorsak eğer. Bu süreçlerin bir kısmındaysa bize bir boşluk bırakılacak, çıkış saatlerimiz, mola günlerimiz, tatil dönemimiz olacak. O süreçte de ev halinin tekdüzeliğine kapılıp, kendimizle ilgilenmeyi unutursak eğer asıl o zaman hayat bize tekdüze olmaya başlayacak.