HAYAL KÖYÜ
Evet, sonunda yazacağım şiirin konusunu belirledim, biraz zor oldu benim için. Çünkü yazacağım o kadar şey vardı ki, hiçbir şey yazamıyordum. Nihayet o bitmez kararsızlığımı üzerimden atarak bir karara vardım. Şiirimin konusu “köy yaşamı”. Daha doğrusu benim konum; köy yaşamının zorluklarını ve onu dengeleyen, insanı büyüleyen tarafını gün yüzüne çıkarmak. Bu konuyu seçmemin nedenini size şöyle açıklayabilirim; Ben apartman çocuğuydum. Arkadaşlarımla dışarıda top oynamak yerine hep bez bebeklerimle tek başıma oyunlar oynardım. Hep yalnız oldum, yalnız büyüdüm ve hala yalnızım. Bende beyazlı kırmızılı kiraz ağaçlarına tırmanmak, yeşil çimenlerin üstünde yuvarlanmak, dilediğimce eğlenmek, olanca gücümle haykırmak istedim.
Köy yaşamına çok özeniyordum. O yüzden çocukluk hayallerimi de tatlı tebessümlerle anımsayarak somut bir delile dönüştürmek istedim. Evet, hayallerimin delili olsun istedim. Unutulmamak, unutmamak için. Bu şiir benim için bir delildi, duygularımın ve çocukluğumun delili.
Peki, hiç bilmediğim bir şeyi nasıl yazacaktım ki? Köy yaşamı sadece hayallerimde var olan bir arzuydu benim için. Yani hiç köyde yaşamadım ki, nasıl okuyucularıma o huzuru aktaracaktım? Ama köy yaşamı sadece hayallerimde mi kalmalı? Ayrıca şiirimi de yazmam için o duyguları tatmam gerek, o tatlı havayı sözcüklerin büyüleriyle harmanlamam için.
O yüzden büyük bir heyecanla küçük valizimi hazırladım, askılıktan ceketimi aldım, artık gerisine karışmıyorum. Böylece hayallerime doğru yola çıktım. Nereye gideceğimi bilmiyordum ama gideceğim yerin ismi belliydi kafamda; Hayal Köyü.
Yola çıkmıştım, şehrin dışına varmıştım artık. Bayağı gidiyordum yani. Tam olarak ne yapacağımı bilmeden arabamı sürüyordum. Bir anda afallamaya başladım, takındığım fikir çok saçma gelmeye başladı. Sanki az önce sarhoştum da anca kendime geliyordum. Kendi içimde bir çatışma yaşıyordum. Bir an her şeyden vazgeçmek istedim. Sanki hayallerim camdaki bir buğuydu da birisi kuru bir süngerle acımadan silivermişti. Ben köyde yaşamaktan ne anlardım ki? Beceremem ben öyle şeyleri. Saçma sapan bir hevesti benimkisi.
Yine de vazgeçmedim, o ünlü Hollywood filmlerindeki gibi “ya şimdi ya da hiç” dedim. Bir nevi amacımla bağlılık sözleşmesi imzaladım, işte onu o kadar önemsiyordum. Merkür’ den yeşil uzaylılar gelip mavi gezegeni işgal etmedikleri sürece vazgeçmeyecektim.
Ben bunları düşünürken bayağı yol almışım, fark etmedim. Önümde bir yol sapağı vardı. Tabelada “Altınova” yazıyordu. İçimden bir ses: Evet! İşte aradığın yer burası, dedi. Bende tamam dedim, irdelemedim. Burası Balıkesir’e bağlı küçük bir kasabaydı. Tatlı bir yere benziyordu. Bir anda kendimi orada buldum. Aklım tüm hükmünü yitirmişti, ruhumun kollarındaydım tamamen.
Buraya içim bayağı ısınmıştı. Her şey o kadar küçük ve düzenliydi ki, huzur doluydu. Herkes kendi halinde, kimsenin kimseye bir zararı yoktu. Hoşuma gitmişti. Kasabanın girişinde koskocaman bir Atatürk heykeli ve devasa bir Türk Bayrağı vardı. Atatürk heykelinin üzerinde: “Bundan böyle bu kasabanın ismi Altınova olsun!” yazıyordu. Demek ki bu kasabanın ismini Atatürk koymuştu. Ne de güzel isim seçmiş Atam. Tam buraya layık.
Ben yine türlü düşüncelere dalmışken ileride bir atölye gözüme çarptı. Biraz yaklaşayım dedim, yaklaştıkça ayrıntılar netleşiyordu. Çıraklar etrafta arı gibi çalışıyordu. Herhalde oranın ustası olacak da birkaç kişiyle çay içiyordu, gülüşüyorlardı. Biliyorsunuz aklım tamamen aradan çekildiği için, sanki kırk yıldır o insanları tanıyormuşum gibi girdim bir anda içeriye. Selam verdim selamımı aldılar, üstüne bir de çay söylediler. Oh, keyfime diyecek yok. Oranın ustası olacak adam, “hayrola genç, hangi rüzgâr attı seni buraya?” dedi. İşin komik tarafı bende bilmiyordum. İstemsizce bir kahkaha attım sonra başımdan geçenleri anlatmaya başladım. Sonra onlar da gülmeye başladılar. -Komik olan neydi canım, altı üstü bilmediğim bir yere gelip hayallerimi gerçekleştirmeye çalışıyorum. Neyse yeni tanıştık diye bu seferlik mazur gördüm onları.- Sonra biraz dalga geçtiler, dere tepe düz gittiler falan. En sonunda mantıklı bir cümle kurdular. Garajın yanında bir pansiyon olduğunu, orada kalabileceğimi söylediler. Teşekkür ettim, aslında tatlı insanlar, ara sıra yine gelirim dedim.
Çıktım oradan, çıktım da çıkmaz olaydım. Ne zormuş bilmediğin bir yerde bilmediğin bir garajın yanında bilmediğin bir pansiyonu aramak! Neyse ki bir şekilde buldum orayı. Odama geçtiğimde oturdum masama, açtım kitabımı ve hayallerimin tercümeliğini yapmaya koyuldum yeni memleketimde.