Şah ve Sultan – İskender Pala

Kaynak belirtilmedi

                                                               

 

            Aslında İskender Pala okumaya ilk Abum Rabum ile başlamıştım. Efsane sürükleyici bir polisiye romandı. Abum Rabum’u polisiye, din ve tarih meraklısı olmayan pek sevmeyebilir gibi düşünüyorum. Şah ve Sultan ise tarih sevsin veya sevmesin herkesin zevkle okuyacağı, sürükleyici bitmesini istemeyeceği bir kitap. Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim ile Safevi şahı Şah İsmail arasında ki geçen diyalogları, etkileşimi, restleşmeyi ve savaşı  anlatan efsanevi bir roman. Zaten İskender Pala okuyanlar kaleminin ne kadar sade, anlaşılır olduğunu bileceklerdir. Kurgusu olay örgüsü insanı alıp götürüyor ve kendisini bir tarih sahnesinin içerisinde buluyorsunuz.

            Kitap Yavuz Sultan Selim’in şehzadeliği döneminde başlıyor.  Trabzon Valiliği görevinde bulunurken, doğuda ki isyanlar ve Osmanlı Devleti tehditleriyle uğraşan Sultan’ın aynı zamanda Safevi Devleti’nde Şah İsmail ile baş gösteren Kızılbaşlık faaliyetlerinin tehlikelerine karşı da çalışmalar  yürütmekteydi.

            Romandan bahsederken hikayeye renk katan iki karakteri anlatmadan geçemeceğim. Akdeniz bölgesinden yörük çocukları olan Hasan ile Hüseyin ikizler. Birisi Sultan Selim’in yanında görev alıyor diğeri ise Şah İsmail’in yanında. Günü geldiğinde Şah İsmail’in yanında ki Hasan’ın Çaldıran Savaşında ölmesi üzerine, bir birlerine çok benzediği için yaşayan kardeş Hüseyin tıpkı  kardeşi Hasan’mış gibi Şah İsmail’in yanında görev yapmaya devam edecektir. Bu hikaye beni romandan bağımsız çok etkilemişti. Daha sonra Hasan İle Hüseyine dair bir araştırma yapmadım. Kurgu mu yoksa gerçek bir hikaye mi bir şey söyleyemeyeceğim.

            Neyse, romanımıza devam edelim.

            Şah İsmail’in kızılbaşlılık kisvesi altında adı ayşe, ömer gibi ehlibeyt olan insanları katletmesi, işkenceler yapması, başına kızıl başlık takmayanların cezalandırılması üzerine Yavuz Selim bu bölgeye hakim olmayı zaten arzulamaktadır.

            Hikaye odur ki, Yavuz Sultan Selim şehzadeliği döneminde tüccar kılığında Safavi ülkesine gider. Hanlarda, kahvehanelerde çok iyi satranç oynadığı için kısa sürede nam salar. Çok iyi satranç oynadığı Şah İsmail’in de kulağına gider. Şah İsmail de tıpkı Yavuz Sultan Selim gibi satranç ustasıdır. Haber gönderip tüccar kılığında ki Yavuz Selim’i sarayına satranç oynamaya getirtir. Tabi bu arada Yavuz Selim’in yanında ki ve Şah İsmail’in yanında ki hasan ile Hüseyin kardeşler de bu sayede görüşürler. Şah İsmail’i satrançta yenen Koca Yavuz aynı zamanda şahı sinirlendirmek için de küstahça sözler de söyler.

            Daha sonrasında gerek şehzadeliği döneminde olsun, gerekse padişahlığı döneminde olsun Yavuz Selim ile Şah İsmail sürekli mektuplaşırlar. Çok iyi birer şair olan iki hükümdarda mektuplarında birbirlerine beyitler de yazmaktadırlar. Günün birisinde ise herkesin bildiği o meşhur olay yaşanır. Şah İsmail hediye olarak Yavuz Selim’e bir sandık gönderir. Sandığı açtıklarında üzerinde çeşit çeşit hediyeler vardır fakat aynı zamanda sandığın içinden de çok kötü pislikler gelmektedir. Sandığın en dibine baktıklarında ise Şah İsmail’in  hediyelerin altına at pisliği bıraktığı anlaşılmıştır. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim karşılık olarak şaha lokum gönderir ve der ki; “ herkes yediğinden hediye eder.”

            Kitapta geçen ilginç bir anekdot ise Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail karşılıklı olarak birbirlerinin elçilerini öldürürler. İskender Pala kitabın sonunda aldığı kaynaklara yer vermiş.

            Şah ile Sultan’ın bir birilerine sürekli mektup yazıp restleşmelerinden sonra malumun ilanı yani Çaldıran Savaşı vuku bulur. On binlerce askeriyle Çaldıran Ovası’na inen Yavuz Sultan Selim her fırsatta meydana Şah İsmail’i de davet etmektedir. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşında askerlerin arkasında harekat otağında değil de askerlerle birlikte hatta savaş hattının önlerinde gittiği de  kitapta ki başka rivayetler arasında. Savaşta ağır bir mağlubiyet alan Şah İsmail rivayet odur ki savaş meydanından kaçtığı söylenir. Şah İsmail’İn karısı Taçlı Sultan ise Osmanlı’ya esir düşmüştür. Taçlı Sultan’ın esir düşmesinin ardından kitapta Yıldırım Bayezid’in hanımının  yenilgisinden sonra Timur’a esir düştüğü ve Bayezid’in eşinin erkeklere saki yapıldığı belirtilir. Kitapta bu olay üzerine Türk hatunları ile evlenmeme kararı aldıkları da yazılır. Yavuz Sultan Selim ise Taçlı Sultan’a herhangi bir davranışı veya tasarrufu olmamıştır. Sadece paşalarından bir tanesine nikahlama meselesi gündeme gelir.

           

            Ben kitabı bitirdikten sonra şöyle bir düşündüm gerçekliği veya kurgusu doğru olsun veya olmasın bir insana tarih sevdirilmek isteniyorsa eğer bu tarz bir yazım olması gerektiğini düşünüyorum. Okumaktan bıkmayan, insanı sıkmayan, sürükleyen, tarihin karanlık yüzünden ziyade aydınlık tarafıyla da ilgilendiren bir eser doğrusu.  Amin Maalouf’un Semerkand kitabı da aynı bu şekilde. İnsanı sarmal içerisine alan, tarihsel kurgunun dünyasında kaybolduğumuz eserlerden.

 

Simyacı
kendi kişisel menkıbesinin peşinden giden bir garip adem
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
İYİ Kİ GELDİN, HOŞ GELDİN ARALIK
Sonraki
ANKASTRE BOZUKLUĞU YA DA UFAK TEFEK CİNNETLER

ANKASTRE BOZUKLUĞU YA DA UFAK TEFEK CİNNETLER

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.