Birinin ölüm yıl dönümü bugün. Kış hiç olmadığı kadar ağır geçiyor ve sen aklımda kaldığın gibi güzel ve sıcaksın. Artık gökyüzüne daha anlamlı bakıyorum,bir kuşa,bir çiçeğe. Ruhumu saran sen yüzünden , hayatta kalmanın korkaklığını yaşıyorum. Bir kadının ölüm yıl dönümü bugün , analar ağıtta Bu bütün çin işkencelerinin acısını bastırıyor, şimdi tüm ezanlar selada. Bir bıçaktı bütün çocukların göz yaşına sebep olan , bir bıçaktı bizi öksüz bırakan. Yaşamak acı ve boş , ne yapmalı insan bu bitmeyen hiçlikle.. Sokakta bir çocuk babasına gülümseyerek koşuyor, Bu tüm İstanbul’un sorunlarını çözmeye yeter. Şimdilik rafa kaldırıldı mutluluklar, Çünkü bir çocuğun ölüm yıl dönümü bugün.
“Gerçekte kimse bilmiyor ölümün ne olduğunu,insana verilen en büyük iyiliktir belki ölüm; ama en büyük kötülükmüş gibi korkuluyor ondan.”
Mahallemizde bir kız vardı daha 21 yaşında. Vardı diyorum çünkü kendisini evinin balkonundan kimsenin kapatamayacağı bir boşluğa bıraktı. Ben böyle bir kırmızı görmedim , galiba bu acının en kırmızı haliydi. Çığlıklarını duydunuz mu ? Hayır hayır düşerken değil, yaşarken attığı çığlıklardan bahsediyorum. Ölüler intikam almayı çok iyi biliyorlar. Bunu bir babanın suskunluğunda , bir annenin feryadında duyabilirsiniz. Neydi diye soruyorlar , hatta bazıları kızarak soruyor bu soruyu. Neydi bu genç yaşta hayattan koparan onu? Galiba insanoğlunun en çok merak ettiği sorulardan biri bu çünkü bu soruya ancak bir ölümlü cevap verebilir . Biz de istemiyoruz mu , koşup koşup kendimizi Tanrı’nın huzurlu kollarına bırakmayı. Çok gülüyorum buna , bizde baya deli baya deli cesareti var yoksa bu çivisi çıkmış dünyada kim yaşamak ister.
Eski bir ev , çok eski bir anıyım şimdi Camlarımı kırıp kaçan tüm ruhları hapsettim içime. Saat kaç hiç bakmadım , en son sonbaharda bıraktım yapraklarımı. Karanlığana alışmış olan ruhum, azıcık bir ışık hüzmesinde afallıyor. Derbeder , çürümüş bir bedene bakıyor aynalar . Havva’nın yediği meyvenin ağırlığını yaşıyorum , kimle paylaşır insan bu derdi. Sonra dışarı çıkıyorum , bütün sokaklar benim , bütün evsizler benim. Yürüyorum, yürüyorum,yürüyorum Başkaları için yaratılmış dünyanın sonunu arıyorum Hep son bir adım kaldı yeminleri veriyorum, Son bir adım kaldı bu karanlık yokuşlardan sıyrılmaya Son bir adım…
Bir odada açıyorum gözümü , karanlık ,acı ve soğuk. Bağırıyorum bütün bedenimi yırtarcasına . Kimse duymuyor , kimse duymuyor beni. Ağlıyorum ama bu gözyaşı değil çünkü hiçbir gözyaşı yakmazdı bu kadar canımı, acizliğimi bu kadar yüzüme yüzüme vurmazdı. Sesler geliyor dışarıdan , kulak kesiliyorum hemen.Sonunda özgürüm,ışık yavaş yavaş vuruyor yüzüme. Yumuşak bir elin yaralarımı temizlediğini hissediyorum, gülüyorum ona biraz şaşırsada devam ediyor. İşte en huzurlu olduğum kısma geldik çünkü babam alıyor kucağına beni . Aynı küçükken yaptığı gibi havalarda uçuruyor , o dimdik duruşunu hiç bozmadan. Beni yatırıyor ve bir soğukluk hissediyorum sırtımda. İşte o an farkediyorum ölümü bana bakıyor . Küçükken anlatılanlarla alakası yok. Bakışları acımasız , mahsun ve bütün yaşayanlardan daha canlı. Annem bir hışımla kenara itiyor onu. ahh bu..ahh bu his,bu koku galiba bütün ölümlere değer. Yüzüme damlayan o yağmur damlalarının serinliğini hiçbir rüzgar veremez Anne. Kardeşlerim gelip öpüyorlar beni, mahsun olmayın diyorum. Kavuşmak olmasa bu kadar ayrılık vermezdi Yaradan. Bütün ağlayışlar bir anda fırtına oluyor , sanki bir Nuh tufanı bu. Toprak kokusunu alıyorum,yağmurdan sonraki toprak kokusunu,kim sevmez ki bu kokuyu.Bütün bedenim o kokuyla kaplanıyor.Sanki ana kucağı gibi sarılıyorum ve uzun bir rüyaya dalıyorum. Uyuyorum. Uyuyorum. Uyuyorum.
En sevdiğim Şairin şu dizeleriyle ayrılıyorum aranızdan; “Tanrım açamadık içimizi
Artık buluşmamız mahşere kaldı.Ne yelken ne gemi var limanda
Kaçmak bir uzun sefere kaldı.Mercan bir sahildeymiş gemiler
Bulmak kasvetli günlere kaldı.” RÜŞTÜ ONUR