Sanayi devrimiyle birlikte insanların hayatında yaygınlaşan otomobiller, Amerika’da Henry Ford’un başı çektiği, Avrupa’da ise Monsieur Citroen’in taklit ettiği ucuz ve seri otomobil üretimi felsefesiyle toplumun orta sınıflarının da ulaşabileceği bir endüstriyel ürün haline gelmiştir. Peki ya bu endüstriyel ürünler sanat eseri olabilirler mi? Otomobilin karoserini yani dış gövdesini ele alacak olursak, bu kısmı tasarlayan kişiler sanat eğitimi almış ya da sanatın içinde olan kişilerdir. Otomobil tasarımından söz edildiğinde İtalyan tasarımcı ve aynı zamanda yarışçı olan Giuseppe Farina ve Pininfarina şirketi ilk akla gelenlerdir. İtalyanlar otomotiv tasarımında geçmişte ve günümüzde çok iyi işler yapmıştır. 18 Kasım 1967 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde “Dünyanın en zarif otomobilini İtalyanlar çiziyor” başlığı yer almaktadır.
Otomobiller için hız, konfor, dayanıklık gibi beklentilerin yanında tasarımın göze hitap etmesi de istenir. Fakat Otomobilde tamamen estetik odaklı bir tasarımın olması mümkün değildir. Bunun başlıca sebebi aerodinamik kavramıdır. Yani otomobilin tasarımında beğenilme kaygısının üstüne bir de aerodinamik yapı kaygısı eklenir ve tasarımcı bu kısıtlamaların getirdiği dar bir alanda yaratıcılığını zorlar. Aynı zamanda yapılan tasarımın üretilebilirliği ve maliyeti gibi birçok kısıtlayıcı etken vardır. Varoluşçu psikolog ve aynı zamanda yazar olan Rollo May, yaratıcılık için sınırların olması gerektiğini öne sürer. Çünkü sanat eserleri düzene bir baş kaldırı ve sınırların ötesine geçme eğilimindedir. Bu yüzden sanatçı nasıl düzen için tehdit oluşturuyorsa, otomobil tasarımcıları da markanın bütçeleri, üretebilirliği ve zaman zaman sığ düşünceli kodaman şirket yöneticileri içinde tehdit oluşturur. Aslında otomobil tasarlamak tıpkı resim ve heykel yapmak gibidir. Otomobil tasarımcıları da tuvallerinin sınırlarında yaratıcılıklarını gösterir ve bazı parametrelere ulaşmaya çalışırlar. Diğer sanat eserleri gibi otomobilin tarzı değişir ve otomotiv dönemlerinin farklı tarihlerine bakıldığında kendi dönemlerinin sanatsal değerini yansıtır.
Otomobillerin görünümü dışında bir de sesleri, gürültüleri ya da daha kibar bir deyimle melodileri vardır. Bir otomobilin yüksek devirlerde duyulan sesi onun performansının zirvesinde olduğunu bir göstergesidir, bu tıpkı operaların belcanto’su gibidir. Ayrıca motor ve egzoz sesleri özellikle spor otomobillerde karakteristik bir özelliktir. Bu da bir operadaki leitmotiv gibidir. Leitmotiv’in operada her çalındığında belli bir olayı ve şahsı hatırlatması gibi, bir otomobilin ses değişimleri vites ve sürat değişikliğini, o otomobilin hangi marka ve model olduğu hakkında ip ucu verir. Dünyanın en ünlü orkestra şeflerinden olan Herbert Van Karajan sahip olduğu 12 silindirli Ferrari hakkında Enzo Ferrari’ye, “Bu arabanın 12 silindiri ve sesi Berlin Filarmoni Orkestrası’nın uyumunu anımsatıyor” demiştir.
Ünlü otomobil markası BMW birçok sanatçıyla otomobilin gövdesi üzerinde çalışarak ortaya özgün otomobiller çıkarmıştır. Bunlardan biri de 1977’de efsanevi Pop Art sanatçısı Andy Warhol tarafından yaratılan “BMW M1“ sanat arabasıdır ve Andy Warhol bu eseri ortaya koyduktan sonra şu sözleri söyler, ”Arabayı sevdim sanat eserinin kendisinden daha güzel”. Sanat arabaları kavramı ilk olarak Amerika’da çıksada, bu kavramı layığıyla sürdüren marka BMW’dir. Aslında otomobil ve sanat deyince söz edilmesi gereken ilk marka BMW’dir fakat bu konu hakkında daha detaylı yazmak istediğim için bunu başka bir yazıma bırakıyorum.