Sies Krallığı; düz bir ova üzerine kurulmuş, küçük bir krallıktı. İsminin nereden geldiği bugün bile hâlâ bilinmese de insanları gayet mutlu, bir o kadar da eğlencelilerdi. Her gece toplanıp şarkılar, türküler söyler, yemekler yenilirdi. Kral, halkına o kadar güveniyordu ki; sanki onlardan biri gibi; çaylarını, kahvelerini içer, dertlerini dinlerdi. Sonbaharın sonuna doğru saraydan kötü bir haber geldi. Kralın öldüğü, tahta ise bir başkasının geçeceği duyuruldu. Ölüm haberini alan halkın bir kısmı üzüntüden yıkıldı, bir kısmı ise tahta kimin geçeceğini aralarında tartışmaya başladı. Kralın soyundan biri olamazdı. Çünkü bildikleri kadarıyla, kralın bir çocuğu yoktu. Bu yüzden tek ihtimal halktan biri olacağıydı. Tahmin ettikleri gibi de oldu. Sarayın kapısına asılan bildiride; “Yeni kralın halktan biri olacağı” yazıyordu. Tek yapmaları gereken; aday olup diğer adaylardan daha fazla oy toplamaktı. Halkın bir kısmı kralın öldüğünü unutup Sies Krallığının yeni kralı olma derdine düştü. O kadar ki kralın cenazesinde insanları kendilerini desteklemek için ikna etmeye çalışıyorlardı. Hatta bazıları o kadar ileri gitti ki; halkın kendilerini desteklemesini sağlamak için, papaza rüşvet bile teklif ettiler…Yeni kralın belirleneceği gün geldi. Üç aday; balıkçı, kasap ve demirci çıkmıştı sadece. Halk oylarını kullanmış, herkes sonuçların açıklanmasını bekliyordu. Elinde bir kağıt
ile bir yetkili çıktı içerden. Kağıtta yazan sonuçları halka açıkladı. Seçimi kazanan demirci olmuştu. Mutluluktan yerinde duramıyordu. Yanında duran insanlara taker taker sarılmaya başladı. Diğer tarafta kaybedenler ise; demircinin kral olamayacağını düşünüyorlardı…
Aylar geçti. Yeni kral sarayından çıkmıyor, halktan kimse ile konuşmuyordu. Yine öyle bir gün, özel yaptırdığı kral tahtında oturuyor, keyfini çıkarıyordu lüks hayatının. Çocukluk arkadaşı olan, krallığın yeni yaveri girdi içeri. “Krallık da kıtlık çıkabileceği, insanların açlıktan ölme riski olduğunu, halkı rahatlatıcı bir şeyler söylemesi gerektiğini” bildirdi. Gayet sakin bir tavırla; halkın hemen krallığın önüne toplanmasını emretti. Halk krallığın önüne toplandı. İnsanlar telaşla kralın çıkıp rahatlatıcı bir şeyler söylemesini bekliyordu. Kral, sarayın önüne geldi. Bütün gözler krala döndü. Halkına; “biliyorum, aç kalma telaşı sardı hepinizi. Ama endişeye kapılmayın. 2 yıl yetecek kadar gıdaya sahibiz” dedi. Halk inanmıştı kralına. Herkes derin bir “oh” çekti. Kalabalık dağılırken, yaveri geldi yanına. Niye böyle bir şey söylediğini sordu. Yavere; “Bizim görevimiz halkı rahatlatmak. Kıtlık riski oluşursa parasını verir, diğer krallıklardan alırız” dedi. Yaver aynı görüşte değildi. Hemen bir şeyler ekilmesi görüşündeydi.
Ama bir yaverin, bir kraldan daha iyi bilemeyeceğini düşünüyordu. Yaverin cümlesini
tamamlamasına izin vermeden, arkasını dönüp gitti… Birkaç ay sonra, söylenildiği gibi bir kıtlık oluştu. Krallığa bir damla yağmur yağmamış, kavurucu güneş ekilen birkaç dönüm ekini de kurutmuştu. Halk krallığın kapısına dayandı. Kralın sarayından çıkıp halkın sorununa bir çözüm bulmasını istiyorlardı. Ama kral sarayında keyif yapıyor, halkın dertleriyle ilgilenmiyordu. Yaver geldi kralın yanına. Halkın dertlerini anlattı. Yakın krallıklardan gıda ithal edilmesi emrini verdi. Yaver, sarayın parası olmadığı, gerekli parayı karşılayamayacaklarını söyledi. Hemen, “yakındaki krallıklara haber gönderilmesi, istenilen gıda karşılığında krallıktan toprak verileceğini” bildirilmesini istedi. Birkaç gün sonra gelen haberde; kıtlığın onları da vurduğu, ancak kendilerine yetecek kadar gıdaya sahip oldukları” yazıyordu. Kral iyice telaşlandı. Artık yapacağı bir şey kalmamıştı. Krallık önünde toplanan kalabalığa seslendi. “Krallığımız büyük bir sınav veriyor. Yakın krallıklarda da durumlar aynı. Onlarda bu durumdalar. Biraz dişimizi sıkıp bu kötü günleri atlatacağız” dedi. Ama halk yapılan açıklamadan tatmin olmamıştı. Çünkü kimsenin evinde yiyecek ne bir lokma ekmeği ne de gülen o yüzlerinden eser kalmamıştı. Krallıkta yavaş yavaş ölümler başladı. Sarayda bile yiyecek bir lokma ekmek kalmamış, herkes panik halindeydi. Neyse ki kral kendi için birkaç parça bir şey saklamış, onlarla hayatta kalmaya çalışıyordu. Bir ay sonra kral dışında herkes ölmüş, yaşayan başka bir canlı kalmamıştı. Kral iyice acıktığı bir vakit, halkından gizli erzaklarını depoladığı sandığın kapağını açtı. Sandığın içine örümcekler yuva yapmıştı. Yiyecek bir şeyler bulamazsa kendisinin de öleceğinin farkına vardı. Son bir güç sarayından çıktı. Yürümeye başladı. Krallıkta kimse kalmamış, bir kuş sesi bile duyulmuyordu. Başı dönmeye, gözleri kararmaya başladı. Bir çeşmenin başına geldi, ağzını dayadı ama bir damla su yoktu. Adım atacak gücü kalmadı. Olduğu yere yığıldı. Gözleri yavaş yavaş kapanırken, gökyüzünde uçan akbabaları gördü.