‘Ve unutmayın, yürürken takdire şayan tek şey gökyüzünün parlaklığı, manzaranın görkemidir. Yürümek spor değildir. Bir kez ayakları üstüne dikildi mi, olduğu yerde kalamaz insan.’
Neden yürürüz? Bir yere ulaşmak için mi? Yürüyormuş gibi yapıp kendimizi kandırmak için mi ? Koşuşturmak için mi ? Yürümek, düşünmek için harika bir araçtır. Frederic Gros’un Yürümenin felsefesi adlı kitabı yürümenin yalnızca yürümek olduğu ve özünde düşünsel bir etkinlik olduğunu vurguluyor. Bazı filozofların ise yürüme rutinlerini anlatıyor. Buradaki ilk içeriğime, hayatımın yoğun ve zor bir döneneminde beni derinden etkileyen bu kitaptan bahsetmek istedim.
Bazı dönemler vardır, bulunduğumuz toplumdan kaçma ihtiyacı hissederiz. Bazen hayatın akışını fark etmeyiz bile, bazen istediğimiz hiçbir şey, istediğimiz gibi gitmez ve bu dönemlerde yalnızca ‘yürümek’ bizi kendimize getirecektir. Fakat gerçekten sadece yürümek. Yürüme eylemi çok basittir. Bir ayağımız öne doğru bir adım atmışken, bir ayağımız geride kalır, bu bir rutin oluşturur ve ilerleriz. Yürüme esnasında beynimiz evet şimdi sağ ayak, şimdi sol ayak gibi komutlar vermez. Bunu artık istemsiz gerçekleştirmeye başlarız. Ve düşünceler belirmeye başlar akşama bit toplantım var eve gidince bir bakayım, ne yesem bugün, hakikaten dün öğle molasında neden öyle davrandı? vb. gibi. Gerçekten yürüme eylemi bu değildir. Bu düşünsel dünyamızın gerçek dünaydan uzaklaşma biçimi olmalıdır. Bu rutini yakaladıktan sonra, bir kez ayakları üstüne dikildi mi, olduğu yerde kalamaz insan.
‘Biri olmak, herkesin kendinden bahsettiği, yüksek sosyete toplantılarında ya da terapi seanslarında iyidir. Oysa biri olmak, Boynumuza ağır ve aptalca kurgu zincirleyen (bizi benlik tasvirimize kalmaya zorlayan) toplumsal bir zorunluluk değil midir? Yürürken biri olmama özgürlüğü yakalarız, çünkü yürüyen bedenin tarihi yoktur, o sadece hareket halindeki kadim yaşamdır.’
Sosyal medya ve teknolojinin çağımızı, bizleri bu derece elleri altına aldığı bir dönemde ‘biri olmak’ bir savaştır. Ben olma savaşı ile anın büyüsünü mahvetmeyi göze almak çağımızın ciddi bir hastalığıdır. Kişilerin bakın bugün şu mekana gittim, bu yemeği yedim. Bakın ‘en iyi ben’ işimde terfi aldım. şeklinde varlıklarını kanıtlama, görülme çabasıdır. İnsanların hayatlarının belli kesimlerini paylaşmlarını elbette eleştirmiyorum. Bu çağda aslında hayatta kalmak için hepimiz biraz buna mecburuz. Yalnızca bunun bir yarış haline gelmesini savunmuyorum. Kendi öz benliklerimizi yitirmemizi savunmuyorum. En nihayetinde bizler insanız ve hayatlarımız her zaman yolunda gitmez. Bazen bunalırız, yoruluruz işte bu noktalarda yürümek kendi içsel benliğimize dönmenin en sağlıklı araçlarından biridir. Örneğin; bu yazıyı yazmadan önce içime sinen çok güzel bir yazı yazdım fakat bir anda silindi. Ufak bir sinir krizinin ardından tekrar yazıyorum. Bizileri hayatta diri tutan bazı tutkularımız vardır. Bizi biz yapan, işte ben buyum dedğimiz tutkular. Kendi deneyimlerim sonucu, kendimi aramak için çıktığım yürüyüşlerde kendime ne kadar uzaklaştığımı ve ne kadar yakınlaştığımı gördüm. Bu yürüme eylemi ile oldu. Yürümek basit bir spor değildir.
Friedrich Nietzsche
‘Mümkün mertebe az oturmalı; açık havada yürürken doğmayan, şenliğine kasların da katılmadığı, hiçibir düşünceye güvenmemeli. Ön yargıların hepsi bağırsaklardan gelir. Daha evvel de söylediğim gibi, Kutsal Tin’e karşı işlenen esas günah yerinden kıpırdamamaktır.’
Diyor, Friedrich Nietzsche Ecce Homo‘ da. Nietzsche’nin yürüme alışkanlığı aylarını alır. Ne kadar düşünüyorsa o kadar yürür. Nietzsche yürür, başkaları nasıl çalışıyorsa o da öyle yürür. Yürürken çalışır.
Arthur Rimabaud
‘Bu mektuba yeni bir adres ekleyemiyorum, zira bir sonraki durakta kendimi hangi yollardan, nereye, niçin ve nasıl sürünklenmiş bulacağımı ben de bilmiyorum!’ -Arthur Rimabaud, Aden’den Mektup.
Rimbaud, mektubunda bir sonraki mektup için adres bile ekleyemiyor çünkü yürümenin onu nereye götüreceğini kendisi de kestiremiyor. Rimbaud’un öfke ile birleşmiş coşkulu bir yürüme rutini vardır. ‘Sadece bir yayayım der. Başka bir şey değil.
Robert Louis Stevenson
‘Yürürken hiçbir zaman yalnız değilizdir çünkü yürüdüğümüzde çok geçmeden iki kişi oluruz özellikle uzun süre yürüdükten sonra. Demek istediğim, tek başımıza da olsak, bedenimizle ruhumuz arasında bir diyalog vardır her zaman. Eğer yürüyüş düzgün ve sürekliyse, kendimi teşvik eder, metheder, kutlarım: Aferin beni taşıyan bacaklarıma!’
diyor Robert Louis Stevenson. Yürümenin yalnız yapılması gereken bir eylem olduğunu savunuyor. Çünkü yürürken zaten bir süre sonra kendimizle konuşmaya ve düşünmeye başlayacağız. Ruhumuz ve bedenimiz iletişim haline geçecek. Aslında yalnız olmayacağız.
David Henry Thoreau
‘Yaşamak için ayağa kalkmamışken, yazmak için oturmak nasıl da beyhudedir’
Yaptımız her aktivite, yürüme eylemi ile vücut bulur ve anlamlı kılınır. Yazma meselesi bile yürüme eylemine bu derece zıt bir kavram olan oturmak ile yapılır. Fakat yazmak için düşünme eylemi yürüme ile yapılır. Thoreau için yürümek, kendini bulmak değil, kendine yeniden şekil vermek için imkan yaratmaktır. Yani insan, kendini yürüyerek yontar. Herakleitos’un ünlü bir sözü vardır; ‘kendimi aradım’. Aslında hepimiz kendimizi aradık ve aramaya devam ediyoruz. İnsan nefes aldığı sürece, işte kendimi buldum!, ben buyum! dediğimiz anlar olmuştur, fakat sonrasında hep yanıldığımız anlar da olmuştur. İnsanın doyumunun bir ulaş noktası yok. Tüm insanlık geçen yıl pandemi gibi bir dönem yaşadı. Ne yapacağımızı bilemedik, devamlı bir üretim içinde olmak istedik, bir yandan hastalık ve ölüm gibi hayatın gerçekleri ruhumuzu ve bedenimiz ele geçirdi ve herkes kaçtığı o içsel dünyasına mecburen sığınmak zorunda kaldı. Kimi zaman kendimizi aradık, kimi zaman bulduk sandık, kimi zaman kendimizden kaçtık, hatta kimi zaman kendimizi nasıl arayacağımzı bile aradık. Yaşam düz bir çizgi değil ve bu yolda yürümek bizi kendimize getirdi, yeniden şekil aldık.
Yürüyelim dostlar, bu kadim insanların günlük rutinlerinde yaptığı gibi. Bazen uzaklaşmak, bazen ise yakınlaşmak, bizlere birer makine olmadığımızı hatırlatacak!
‘Yalnız yürü. Çağrına kulak vermiyorlarsa eğer, yalnız yürü; korkar da dehşet içinde duvara dönerlerse yüzlerini, ah sen, kara bahtlı, aç zihnini ve yalnız konuş. Yoldan cayar da, bırakırlarsa yabanda seni, ah sen, kara bahtlı, yolun üstündeki dikenleri çiğne ve kana bulanmış o yolda yalnız yürü.’ -David Henry Thoreau