Aşkın Zehri ve Panzehiri; ŞAHMARAN

Kaynak belirtilmedi

Şahmaran kadın yüzlü, insana benzeyen bir yılandır. Yerin yedi kat altında yaşardı ve bütün yılanlar ona bağlıydı, hiçbir yılan onun emrinden çıkmazdı, çünkü o yılanların şahıydı. Gövdesinin yarısı insan şeklinde dünyalar güzeli bir kadın yüzü, diğer yarısı ise kocaman bir zehirli yılandı. Bedeninde hem zehiri, hem de panzehiri barındırdığı için de kutsal kabul edilirdi.

Anadolu mitolojilerinde rastlanan akıllı ve iyicil olarak tanımlanan ve aslında derinlemesine incelediğimizde efsanenin kökeninin Hititler zamanında anlatılmakta olan İlluyanka efsanesinde yılana benzeyen bir yaratık olan İlluyanka’nın fırtına tanrısı Teşup ile olan savaşı anlatılmakta olup Şahmaran Efsanesi’ne kaynak olabilecek bir diğer mitolojik yaratığın da Yunan mitolojisinde Perseus tarafından başı kesilen Medusa’ya kadar geniş ve uzun yıllardan süregelen yeryüzündeki farklı  medeniyetlerin kendine özgü izlerini ve anlatımlarını  taşıyan bir efsane olarak karşımıza çıkıyor. Sümer kitabelerinde ölümsüzleşip, Evliya Çelebi’nin günlüklerine yansır, bazı toplumların evlerine bir sembol olarak konukluk eder ve günümüze kadar gelir. Bugün hala Mardin, Adana, Tarsus çevresinde oldukça sık anlatılan ve değişik versiyonları birçok kentte dile getirilen Mezopotamya’da bambaşka bir ruh kazanan Şahmara’nın efsanevi hikayesine hep birlikte şahit olalım.

 

DESTANSI BİR AŞK; ŞAHMARAN İLE CEMŞAB

Bir zamanlar Anadolu’nun güneyindeki bereketli topraklarda küçük bir köyde çobanlık yapan Cemşab adlı bir delikanlı yaşardı. Cemşab, eli yüzü düzgün,yakışıklı ve güçlü bir yapıya sahipti. Anne ve kardeşleriyle yaşayan yetim bir çobandı. Bütün hayatı üç beş keçi ve bir iki koyundan ibaret olan cemşab, bir gün keçilerini dağa otlamaya götürür. Baharın sıcaklığına yorgunluk da eklenince kendisini bir ağacın gölgesine atar. Uyku ile uyanıklık arasında gidip gelen cemşab’ın gözleri, kayaların arasındaki bal arılarının dansına takılır. Arıların kaya çevresinde dönüp, dolaşmalarını merak edip, elindeki çubuğuyla arıların girip çıktığı deliği eşelediğinde, giderek daha geniş ve derin bir oyuk ortaya çıkartır. Oyuk büyüdükçe daha fazla bal arısı oyuk çevresinde dansa durur.  Biraz daha eşelediğinde petek petek bal olduğunu görür. Bir iki petek alsa da asıl balın, oyuğun arka kısmında olduğunu keşfeder. Daha fazla bal almak için oyuğun girişinde ki taşı kaldırmaya çalışır ama gücü yetmeyince iki sevdiği arkadaşını da çağırır. Üç arkadaş birlikte taşı oynatınca, derin bir kuyuya benzeyen mağaranın alabildiğince bal petekleriyle dolu olduğunu görürler. İçlerinden en güçlü ve cesur olan Cemşab’ı aşağı sarkıtırlar. Bal o zamanlarda yörede çok kıymetlidir; aşağıya sarkıttıkları kovayla Cemşab balı yukarı taşır. Cemşab son kovayı da gönderdikten sonra arkadaşlarına seslenir ama ne halat geri gelmiştir ne de seslenişine bir cevap. Ademoğlu hilekar ve nankörlüğünü bir kez daha gözler önüne sermiştir. Cembaş’a ihanet eden arkadaşları ise balı satmış, ceplerini doldurmuş, varlıklı olmuşlardır.
 


Mağarada mahsur kalan Cemşab sesini kimseye duyuramaz, birkaç gün boyunca ne yapacağını düşünür, yorgun, argın uykuya dalar. Kaç gün, ne kadar uyuduğunu bilemez, tam umudunu kaybedeceği sırada karanlıkta bir ışık görür. Çubuğuyla ışığın geldiği yeri kazmaya başlar ve birden oyuk çöker. Çöken oyuk, bambaşka bir dünyaya açılır ve adımını attığı gibi de, daha aşağılara yuvarlanır, dehlizden derinlere sürüklenir. Düşmenin etkisiyle bir süre kendisine gelemez. Gözlerini açıp etrafına baktığında, her türlü güzelliğin, çeşit çeşit sebze ve meyvenin olduğu bir yerde olduğunu görür. Yanına iki büyük yılan yanaşır, onu kocaman büyük bir salona götürürler. Salon oldukça gösterişlidir. Salonun ortasında tahtın üzerinde beline kadar yılan, belden yukarısı ise insan olan bir kadın oturur. Kadının güzelliği çobanı büyüler. Yarı insan yarı yılan kadının, başındaki taç yılanbaşlarıyla süslüdür. Salonun etrafında da farklı farklı yılanlar ona hizmet etmektedir. Tahtında oturan yarı yılan yarı kadın kendisini Şahmaran yani “Yılanların Şahı” olarak tanıtarak kendisini tanıdığını ve karşılaştığı ihanet hikâyesini bildiğini söyledikten sonra “Korkmana gerek yok. Ben burada olduğum sürece yılanlar ne sana ne de diğer insanlara bir şey yapmaz. Tacımdaki yılanlar da beynime bağlıdır” der. Cemşab’ın başından geçenleri sanki kendisi yaşamış gibi ona anlatır. Cemşab bu ilginç manzara karşısında şaşkına döner, neredeyse dilini yutar. Gözlerini alamayan Cemşab , tahtın yanına geçip Şahmaran’ın kıvrılmış kuyruğunun ucuna oturur.
 

Bir rivayete göre Şahmaran ona aşık olur. Şahmaran ve Cemşab arasında bir yakınlık oluşur ve yerin yedi kat altında bir aşk filizlenir. Şahmaran bin yıldır yaşadığı, gördüğü ve öğrendiği ne varsa anlatır Cemşab’a Maran diyarında. Şahmaran ona hastalıkların tedavisi ve şifalı otlar hakkında bütün bildiklerini öğretir. Şahmaran, gitmemesi için ne kadar çok yalvardıysa da bir gün Cemşab, yer yüzüne dönmek istediğini söyler. Şahmaran  çok sevdiğinden dolayı göndermek istemese de onu kırmaz. Ona “Seni göndereceğim. Ama biliyorum, seni göndersem ölümüm senin elinden olacak, beni öldürteceksin” cevabını verir. Cemşab “Benim ölümüme de mal olsa seni asla ele vermeyeceğim” sözünü verir. Şahmaran Cemşab’a “Senin bilmediğini ben biliyorum. Senin gidişin benim ölümümdür. Ancak senin isteğin gitmekse seni göndereceğim” der. Aralarındaki bu konuşmadan sonra Şahmaran, kimselere kendinden bahsetmemesi ve asla hamama girmemesi konusunda sıkı sıkı tembih eder. Çünkü Şahmaran’la karşılaşan her kim olursa hamama gittiğinde vücudu pullarla kaplanırmış. Sonra, Cemşab’ın istediğini yerine getirmek için yılanlara talimat verir. Yılanlar onu yerin yedi kat altından yeryüzüne çıkararak bırakırlar. Aradan yıllar geçer. Şahmaran’a söz verip ailesine kavuşan Cemşab uzun yıllar verdiği sözde durarak Şahmaran’ın yerini kimseye söylemez ve hiç hamama gitmez.

 

Bir gün yaşadığı ülkenin kralı amansız bir hastalığa yakalanır. Hekimler birçok ilacı denediklerinden hekim ona tek bir seçenek sunar. Kral’a “Senin ilacın Şahmaran’dır. Etini pişirip yersen iyileşirsin. Onun dışında senin hastalığına çare olacak ilaç yoktur” der. Kral “Peki, Şahmaran’ı nerede bulabilirim” diye sorar. Hekim Kral’a “Senin ülkende Şahmaran’ı gören biri var. Görenin sırtında Şahmaran işareti vardır. Büyük bir hamam kuralım ve ülkedeki tüm erkekleri getirtip bu hamamda yıkanmaları için üstlerini çıkarmalarını isteyelim. Sırtındaki işaretten Şahmaran’ı göreni tanırız” şeklinde öneride bulunur. Ülkede ne kadar erkek varsa hepsi kralın hamamında yıkanır, ancak aradıkları işaret hiçbirinde bulunmaz. Çünkü Şahmaran’ı o güne kadar gören olmamıştır. “Geriye kim kaldı” diye sorup soruşturulur. Kralın vezirleri bir yerde yaşlı bir kadının oğlunun kaldığını, yıllar önce kayıp olduğunu ve bir süre önce eve döndüğünü söyler. Bunun üzerine Cemşab’ı çağırırlar. Kralın fermanı üzerine saraya gider. Üstünü çıkardığında sırtında iki kürek kemiği arasında altın renginde Şahmaran’ın işareti ortaya çıkar. Hekim “Aradığımız adam bu” diye haykırır. O zaman Kral Cemşabı tutuklamaları için muhafızlara talimat verir. Cemşab’a Şahmaran’ı nerede gördüğünü söylemesi için işkence yapılır. Cemşab Şahmaran’a verdiği sözünü tutar ve Şahmaran’a ilişkin tek bir söz söylemez. Hiçbir şey öğrenemeyen Kral Cemşab’a Şahmaran’ın yerini söylemezse ailesini öldürmekle tehdit eder. Bunun üzerine Cemşab zayıf düşer ve Şahmaran’ı gördüğünü itiraf eder. Cemşab, Şahmaran’ın dediği gibi ona ihanet etmiş, ölümüne neden olacak tüm bilgileri krala vermiştir.  Hemen kuyunun başına gidilir ve Şahmaran dışarı çıkarılır. Cemşab’ı gören Şahmaran ‘İşte nihayet kanıma girdin. Ben insanoğluna itimat edilmeyeceğini biliyordum. Fakat ne çare ki aldandım’ der. Ölüme giderken bile Cemşab’ı çok sevdiğinden ötürü ona son bir iyilik yapıp şöyle der; ‘Beni toprak çanakta kaynatıp ilk suyumu sana içirecekler sakın içme zehirlidir. İkinci suyumu iç gövdemi de hükümdara yedir’ der. Şahmaran’ın söylediklerini aynen yerine getiren Cemşab ilk suyu vezire içirip ikincisini kendisi içer. Etini de hükümdara yedirir. Vezir ölür, kral da kısa sürede iyileşip Cemşab’ı veziri yapar. Şahmaran’ın sevgisine bir şekilde ihanet etmiş olan Cemşab da ünlü bir hekim olarak dertlere deva olmaya devam edip vicdan azabı ile yaşamını sürdürür.

Adem’den bu yana insanoğlu hep yanıldı, ihanet etti.Severek yanılttı, kanıyla sarhoş oldu. Bu yüzdendir ki Aşk; zehri ve panzehiri içinde bulunduran tek duygudur.

Elanur Dumlu
Nevi şahsına münhasır
Önceki
Bir Doz “Hayır” Alabilir miyim
Sonraki
Machine fabrication de parpaing

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.