Aslında bildiğimiz fakat zamanla bildiğimiz ama göz ardı ettiğimiz şeylerle yüzleşmek elbette zor gelir insana. Ansızın yapılan bir eylem veya söylenen bir sözle görmezden geldiğimiz o durum duvar olup çıkar karşımıza. Hazırlıksız yakalandığımız içinde tabii ki şiddetli şekilde çarparız. Acısını tam da o an hissederiz. İşte tam bu sırada kendimize sormamız gereken sorular vardır.
1) Çarpmak mıdır canımızı acıtan?
2) Yoksa yüzleşmek midir?
Bana soracak olursanız, elbette yüzleşmek derim…
Çünkü yüzleşmek artık görmektir görmek istemediğini. Anlamaktır, bilmektir. Peki daha sonrası? Kabullenmek ve sindirmek. Kabullenmeyi hepimiz hemen yapamayabiliriz. Bu elbette çok doğal. Kimimiz için günler sürerken kimimiz için haftalar, aylar belki de yıllar sürebilir. Her insanın duygu durum derecesi farklıdır. Onları nasıl yorumladığı da. Ama sonunda hepimiz bir şekilde kabulleniriz.
İşte tam da bundan sonrası ise değişimdir artık. Kendinin ve etrafının. Önce durgunlaşırsın, sessizliğin sesliliğine bırakırsın kendini. Dinler ve gözlemlersin olup biteni , daha sonra kendini. Oldurmaya çalıştığın her şeyi bırakırsın bir ağacın kenarına. Anlamlar aramaya başlarsın her sokağın başında. Durup incelersin veya dinlersin hayatın sana gönderdiği sayısız mesajları. Belki sokakta geçen bir kediyle gönderir hayat mesajını belki savrulan ağaç yapraklarıyla. Belki ıssız bir sokakta çıkar alman gereken mesaj karşına, belki de kalabalığın içerisinde. Biliyorsun mesajlar her yerde olabilir. Yeter ki sen görmeyi iste, mesajlar hep senin görmek istediğin yerde…