BİRTAKIM YETENEKLER VAR:
İçimizde gizli veyahut dışarıdan da bakıldığında belli olan bazı yeteneklerimiz var. Bunlar yemek yapmak, resim çizmek, yazı yazmak veya belli başlı spor dallarında doğuştan gelen bir yetenek kitine sahip olmak gibi, insanın doğasında olan, bir nevi süper güçlerdir.
Bu güçleri keşfettiğimiz anlarda, 3 ihtimalden birine yöneliriz genelde;
Yeteneği köreltmek: sahip olduğumuz bu özelliğimizi pek fazla dikkate almayıp, görmezden gelip, çok daha iyi olma imkanımız varken, başladığımız yerin de daha gerisine dönmemiz sonucunda yeteneğimiz körelmiş olur. Aslında halen daha temelleri bizimlerdir lakin bu temeller öyle kallavi hasarlar almışlardır ki değil daha da iyi olmak, eski halimize dönmemiz bile aylar, seneler alabilir. Bu doğrultuda, alanımızdan vazgeçip, ya farklı bir dalda kendimizi geliştirmek isteriz ya da tümden yetenek akışını bırakıp, kendi dünyamızda, asla sahip olamayacağımız araba ve ev hayalleriyle avuturuz kendimizi.
Yeteneği okeylemek; Özelliğin farkında olma ama ona bir şeyler katmama durumuna verdiğim isim. Bir yeteneğimizi keşfetmişiz, her şeyin farkındayız fakat ona rağmen bu yeteneği ilerletmek ve bir süper güce taşımak için en ufak bir çaba bile göstermiyoruz, ağustos böceğinin tavırlarından farksız tavırlarımız, dolaylı yoldan arada derede birkaç hamle dışında hiçbir gelişim kaydetmemizi sağlıyor ne yazık ki. Zamanı geldiğini hissediyoruz, yayımızı sıkıca gerip, okumuzu atıp hedefi on ikiden vuruyoruz, sonrasında sanki elimize hiç yay almamış gibi davranıyor, toy kemankeşlerin bile kendimizin önüne geçmesine olanak tanıyoruz. Ondan sonrası ise körelen bir okçuluk, deneyimli ama köşesine çekilmiş bir yaşlı kurtluk oluyor bizim için.
Yeteneği ileriye taşımak; Aralarından şüphesiz en sevdiğim bu, tam bir Cristiano Ronaldo, Rafael Nadal, Michael Jordan hamlesi. Bu seçimimizde biz yeteneğimizi keşfetmişiz, hatta bayağı bayağı farkında olmuşuz ki kaybetme riskini göze alamıyor, olabildiğince ilerletmek istiyoruz ki en doğrusu da bu değil midir zaten? Çok insana “Senin kadar güzel resim çizmeyi isterdim” dediğimi bilirim mesela. Göze o kadar hoş gelen çizimler yapıyorlar ki adeta kendimi sorguluyor, neden bu kadar iyi çizemediğimi kendime sorup dövünüp duruyorum, devamında onlardan da “nasıl bu kadar güzel yazılar yazıyorsun” diye övgüler aldığımda, işte asıl o zaman anlıyorum gerçeği.
HERKESİN SÜPER GÜCÜ FARKLI:
Yüzüme çarpan o koca gerçekse, herkesin yeteneğinin farklı alanlar üzerine olduğu oluyor.
Evet, aslında malumun ilanı oldu biraz, en başında söylemem gerekeni şu an söylüyorum belki de. Tabi benim burada kast ettiğim, bazen ne kadar uğraşırsak uğraşalım asla bir dalda kendimizi geliştiremeyeceğimizin acı gerçeği zira o alanda istersek bin yıl eğitim alalım ama bizde o yetenek takımı bulunmuyorsa eğer hevesli bahçemizde bir yaprak bile kıpırdatamayız biz. Ihlamura çiçek açtıramayız nasılsa. Denesek ne denemesek ne.
Kabullenelim, insanız, bazı alanlarda olağanüstü , bazı alalarda orta derece, kimisinde de vasat olacağız. Dört üçlük olabiliriz belki, yine de dört dörtlük bir noktaya gelemeyeceğiz bu sebepten ötürü.
Buna üzülebiliriz, oysa bu üzüntü bize sadece çaresizlik ve fark ediş getirir.
Önce çaresiz bir şekilde “Neden” sorusunu sorarız kendimize, daha sonraysa o alanda iyi olamayacağımızı fark ederiz, aşamayı buraya getirdiğimizde ise kendi alanımıza odaklanıp, yakınmayı bir kenara bırakmamız gerekli. Yoksa ilerleyen yıllarda, kendi yeteneğimize tekrar sahip olmayı yalnızca dilemekle yetiniriz.
Köreltmeyelim, Egoda kasmayalım, sanki sıfır noktasındaymış gibi kendimizi geliştirelim sadece. Zira öyleyiz, kendi alanımızın belli ölçüsünde sıfırız biz, önce elmasa olmak için iyice yontalım kömürümüzü, keskin kesmek için bileyelim bıçağımızı, hazırlayalım okumuzu ve iyice sürelim tarlamızı, sonra ekin vermeye, sağlam kesmeye, elmas, on ikide vurmaya, elmasa dönüşmek için uzun yolculuğumuza çıkalım.
Çünkü nerede olursak olalım, daha yeni başlıyoruz, unutmayalım.