Yorgun Düşünceler…
Yorgun düşüncelerin biriktirdiği tortu ile semaya bakıp kendimi izliyorum yukarıdan…
Düşüncelerin sesi olsa da anlatsalar!
Biraz da sol yanımla konuşuyorum, hala kıpır kıpır hayret?
Derken, uzun bir yolculuğun kokusunu alıyor bedenim;
Yakıtı ben, güzergâhı ben, nihayeti ben…
Pencereden izliyorum beni, yan yana seyahat ettiğim ‘Zaman’, parmağıyla yetişebildiğim anlarımı gösteriyor heyecanla.
Çok hızlı gidiyoruz…
Karşımda biraz tombulca bir “Sıfır” oturuyor, o da bizimle geliyor, yanında bolca eşya getirmiş.
Benimse eski bir çuvalım var sadece, içine biraz ‘Dirim’, biraz ‘Hakikat’, biraz ‘Hürriyet, biraz ‘İyi Niyet’, bir de ne olur ne olmaz diye az biraz ‘Hüzün’ koymuştum yolda acıkırım diye.
Gece ve gündüz birbirlerine sürekli ‘sıra sende!’ derken daha önce hiç duymadığım ‘Keşke’ istasyonu’nda duruyoruz.
Bu hiç olmazdı oysa…
Bu durakta aramıza simasını hatırladığım ‘Nefs’ katılıyor, sürekli ofluyor nedense?!.
Her ofladığında Sıfır ve Zaman kıs kıs gülüyorlar.
Çuvaldan biraz hakikat alıp, uykuya dalıyorum…
Uyandığımda ‘elbette’ diye cevap veriyorum, defalarca ne olduğunu hatırlamadan.
Sıfır, Zaman ve Nefs birbirlerine bakıp bir anlam veremediklerini ima eden mimikler sergiliyorlar.
Çuvala ‘Öfke’yi koymadığıma sevinirken, ‘Sabr’ı koymayı unuttuğum için çok öfkeleniyorum.
Güneş doğuyor…
Huzur mu dedim?
Dünyaya gelmiş en ulvi insanin dahi huzuru yoktu, daha kendimle yüzleşemezken nasıl olur da huzuru aradığımı söylerim?
Ey İnsan;
Hiç tanımadığın insanlar için düşüncelerinde dua için zaman ayırdığını farz et…
Yalın adımlar atarak kapı gıcırtısını dinle, ne demek istiyor sence?
Devasa bir süzgeçten geçsen, acaba tortu olarak senden ne kalır geriye?
Ya geçemezsen, ya süzgeçten sonrası?
Bir tarafta terazi, diğer tarafta sen, hanginiz ağır gelir?
Bir kez olsun kendine küfür etsen hangi küfrü söylerdin?
Uğruna, daralan vakitleri genişlettiğin anlarına bir bakar mısın, nedir seni alıkoyan?
Kâfi olanı elinin tersiyle itmene sebep olan nedir?
Seni doyuracak tahta kaşığın boyutu ne olmalı, söyler misin?
Çok yakındaydı hâlbuki uzak gibi görünen değerler, içimize işlemişler habersiz…
Çok basit bir tarifi vardı aslında huzurun.
Bir kaşık deniz suyu, iki tutam bulut ve göz kararı toprağı karıştırmak yeterliydi.
Adını bilmediğim duvarlara bütün boyalarımı döküyorum…
Oluşan şekillerle saatlerce konuşuyorum…
Karşıdan karşıya geçerken istem dışı gelgitler olur ya onlara sorun beni!
Başaramadınız değil mi?
Biraz daha sabredin, aynı filmi tekrar izleyeceğiz nasıl olsa…
Nedendir bilinmez ama sahip olduğumuz değerlerin kıymetini bilmez olduk,
Derinlerde kendimize söyleyemediğimiz gerçekleri bir başkasında arar olduk…
Yaşam adına ne varsa hepsini ölümün içine gömdük.
Çaresizlikten çareler üretip onlarla avunduk,
Sevgimizi parçalara ayırıp olmayan kalıplara sokmaya çalıştık.
İhanet ederken ihanete uğradık.
Böldük kendimizi, sonra da tekrar toplamaya çalıştık.
Bir sonraki yalanımızı bile bile tekrar tekrar söyledik…
Nedendir bilinmez ama sahip olduğumuz kudretin kıymetini bilmez olduk,
Yarının ne getireceğini düşünmeden bugünü dünle geçirdik.
Başkaları için başkalaştık.
Verdiğimiz kararların sonuçlarına katlanamadık, çözümler yerine problemlerle uğraştık…
Nedendir bilinmez ama sahip olduğumuz inancın kıymetini bilmez olduk,
Sırtımıza bize ait olmayan çuvalları yükledik.
Kendimizden ziyade başkalarıyla barışık olmayı tercih ettik…
Saygıda kusur ettik, sevmedik.
Oturup armudun düşmesini bekledik, bir başkası için dualar etmedik.
Nedenini bildiğimiz halde, bilmezden geldik ve bu şekilde katlayarak devam ediyoruz…