Uzun zamandır kendisinde değildi. Ruhu bedeninden ayrılmış oradan oraya savruluyordu sanki. Bir süredir gördüğü sanrılar onu etkisi altına almış tüm algıları kapanmıştı. Geceleri gördüğü kabuslar uyanınca bitmiyor bozuk plak misali zihninde dönüp duruyordu. Sürekli uykusuz, yorgun ve ağrılıydı. Bütün bunlara anlam vermek için geçmişe gitmeye çalışıyor ama zihni ona kocaman duvarlar örüyordu. Bulunduğu anın içine sıkışmıştı. Onun için sadece yaşadığı dakika vardı. Ne bir saniye öncesini anımsıyordu ne de bir saniye sonrasını tahmin edebiliyordu. Nerede olduğunu bile unutuyordu bazen. Halbuki her köşesini ezbere bildiği evindeydi. Ama bir gariplik vardı. Ne yapması gerektiği hakkında en ufak bir fikri yoktu. Etraf hiç olmadığı kadar kalabalıktı, yüzleri seçemiyordu. Bulunduğu ruh halini çevresine yansıtmamak için ayrı bir çaba sarf ediyordu. Etrafındaki insanların anlamsız, ruhu çekilmiş yüzlerine dönüp haykırmak istiyordu : “Ne zaman bu kadar körleştiniz? Nasıl nasırlaştı kalpleriniz daha önce hiç var olmamış gibi? Hiç kimse kalmadı mı artık birbirini anlamaya çalışan birbirinin yararını saracak? Görmüyor musunuz yaşadığım acıyı? Ben artık ben değilim. Yanınızdayım ama oradaki bir beden sadece. İçinde hiçbir şey yok. Ruhumu kaybettim. Içimde kopan bu fırtına nasıl fark edilmiyor? Biri yardım etmezse her şey için geç olacak. Yavaş yavaş eriyip gideceğim ve bunlar sizin körleşmiş gözlerinizin, taş kesilmiş kalplerinizin önünde yaşanacak. Ve kimse sormadığı için bir nedeni olmadığı sanılacak. Arkamdan fısıltılar gölge gibi dolaşacak attığım her adımda. ‘Fazla güçsüzdü. Her şeyi abartıyordu. Dünya onun etrafında dönecek değil ya…’ Artık dünya onu böyle hatırlayacaktı. Eskiden olduğu insanı kimse umursamayacaktı. Ruhuyla beraber silinip gidecekti sessizce.” Ard arda gelen düşünceleri kesildi ve yalnıza bir soru belirdi zihninde : Neden bu haldeydi? Olur da bir insan karmaşık düzenden vazgeçip ona “Neyin var?” diye sorsa ne söyleyecekti? Kendisi bu sorunun cevabını bilmiyordu. Daha doğrusu hatırlayamıyordu. Zihninde sanki bir savunma mekanizması aktifti. Onu bir şeylerden korumaya çalışıyordu. Omzunda hissettiği dokunuşla kendine geldi. Ne konuşulduğu anlaşılmayan sesleri duymaya başladı yeniden. Elin sahibini anlamaya çalışıyordu ancak herkesin siyahlar içinde oluşu dikkatini çekmişti. Omzundaki bu el de simsiyah bir takım elbise giymişti. Beyni karıncalanıyordu. Oturduğu yerden kalkıp elin sahibine yaklaştı. Şimdi yüzünü daha iyi görebiliyordu. Karsısında duran bu çocuk onu biraz rahatlatmıştı. Bulutlanmış mavi gözleriyle onu izliyor, bir şeyler anlatmaya çalışıyordu sanki. Sahip olduğu keskin yüz hatları yumuşamış şefkatle kendisine ben seninleyim diyordu. Düşünceleri hızını azaltmıştı şimdi. Algıları biraz daha iyiydi. Yine de net olmayan şeyler vardı hala. Evindeydi ama evi çok kalabalıktı. Tanımadığı bir sürü insan vardı ve hepsinin bakışları üzerindeydi. Gözlerinin derinliklerindeki acıma duygusunu seziyordu. Ona bu şekilde bakmayan tek kişi yanında dimdik duran bu çocuktu. Belki de onu anlayabilecek birisi. Çocuğa sarıldı. Kendisini uzun,soğuk, şiddetli ve yorucu bir fırtınanın ortasındayken bir anda güvenli ve durgun bir limanda bulmuş hissediyordu. Bir anda kafasındaki gürültü yerini huzurlu bir sessizliğe bıraktı , boğazındaki düğüm çözüldü. O anda odaklandığı tek şey onu sımsıkı kavrayan ellerin ellerin kalp atışıydı. İstediği şey öylece kalmaktı çünkü kaçtığı gerçeklerin ruhunu parçalanmasını istemiyordu. Tekrar tekrar aynı açıyı duymaktan kaçıyordu. Yasadıgı bu şey nasıl gerçek olabilirdi ki? Asla yapmazdı ona bunu. Nasıl mümkündü bu olanlar? Nefes alışverişleri kesiliyor başı dönüyordu. Dengesi iyice bozulmuştu. Bir kaç adim sendeledi. Varlığını hissettiği tek insan onu dengeliyordu. Hava almak için dışarı çıktılar. Evin verandasındaki sandalyeye doğru ilerledi ancak bir tuhaflık seziyordu. Bir eksiklik bir boşluk vardı. Açıklama bulamıyordu. Sandalyeye bıraktı kendini. Gözleri bir noktaya kilitlendi ve bir süre öylece oturdular. Belki de ilk defa zihninde karmakarışık duygular tamamlanmayı bekleyen bilgiler savrulmuyordu oradan oraya. Bazı şeyleri öğrenme yaşananları anlamlandırma iç güdüsü hakimdi artık sadece. Bu onu ne kadar dağıtacak olsa da. Artık kaçacak yeri yoktu. Duymalıydı yoksa zihninde yarattığı karanlıklardan, hapisten kurtulamayacak yok olacaktı. Hepsinin tek bir cevabi vardı ve bu cevap onun inkarıyla kabullenemeyişiyle silinmişti. Sorgulayıcı ve bir o kadar da tedirgin bakışlarını yanında sabırla onu bekleyen çocuğa çevirdi. Ama ne sorması gerektiğini bilmiyordu . Tıpkı her şeyin neden kapkaranlık ve kasvetli olduğunu bilmediği gibi. Sahi hava neden ağlamaklıydı bugün? Her şey apaçıktı aslında. Sadece gözleri gerçeklere kör olmayı seçmişti. Ama artık kaçabileceği hiçbir yer yoktu. Kaçmaya çalıştıkça daha da çıkılmaz bir yola giriyordu. Birden unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi ayağa kalkıp odasına ilerledi. Odasının yolu ilk defa bu kadar uzaktı sanki. Yürüyordu ama asla yaklaşamıyordu. Artık sabrı tükenmeye başlamıştı. Odaya girdi ve aynasına yöneldi. Bir sanrının içinde olup olmadığını anlamalıydı. Aynaya baktı ve kendisini ilk kez görüyormuşçasına şaşırdı. Değişiklik vardı adeta aynadaki en son hatırladığı hali değildi çünkü karşısında duran yabancı yüz. Saçları düzgünce toplanmıştı ancak yüzü darmadağınıktı. O da siyahlar içindeydi. Burnu ve yanakları kızarmış gözleri kan çanağına dönmüştü. Gözlerinin yeşilliği daha belirgindi şimdi. Ağladığında hep böyle olurdu. Babası öyle söylerdi her zaman ve eklerdi: “ Ama gözyaşların mutluluktan süzülsün o yemyeşil gözlerinden.” Birden kendisine bakmayı bıraktı ve yatağının başucunda duran fotoğrafa yöneldi. Çerçeveyi eline aldı ve sakındığı arkasında bırakmak istediği tüm gerçekler önüne yığıldı.Körelmiş algıları geri dönmüştü öğrenmekten çekindiği cevap canını yakıyordu şimdi.Babası ölmüştü onun. Yaslanacak çınarı yoktu artık. Onu anlayan tek insan yoktu. Dünya bu yüzden karanlıktı. Her şeyi aydınlatacak ışığını kaybetmişti çünkü. Bu yüzden dokunsan ağlayacak gibiydi hava. Çünkü onun için gri bulutları yok edecek bir güç yoktu artık. İnsanlar bu yüzden ruhsuzdu bu kadar. Bu yüzden kaçıyordu bu kadar her şeyden. Çünkü kendini en iyi hissettiği yer yoktu artık. Onu bırakmamış her koşulda sevecek tek kişi gitmişti. Annesini hiç tanımamıştı ama babası onu istemeyen bir anneye sahip olduğunu hiç hissettirmemişti. Peki şimdi ne olacaktı? Kalbi göğüs kafesini delmek üzereydi. Her şey anlam kazanıyor ama hatırladığı bu gerçek görülmeyen ancak Keskin küçük cam kırıkları gibi tüm vücuduna batıyordu. Haykırmak tüm gözyaşları tükenene kadar ağlamak istiyordu. Ama buna bile gücü kalmamıştı. Gücünü aldığı insanı kaybetmişti bir kere. Hiç bu kadar çaresiz bir durumda kaldığını hatırlamıyordu. Çünkü o her şeyin çözümünü babasında buluyordu.Bütün hayatları beraber geçmişti. Yalnızca ikisi.Birlikte her şeyin üzerinden gelirlerdi.Bildiği tüm şeyleri babası öğretmişti. Ona öğretmediği tek şey onu ansızın yakalamıştı ve bir çıkış noktası bulamıyordu. Ne yapacağını ne hissedeceğini bilmiyordu Babası hayatının merkeziydi Şimdi ise o merkez parçalanmış her şey başka bir yöne savrulmuştu. Öylece donmuş fotoğrafı inceliyordu. Fotoğraf evin verandasında çekilmişti. Babası sandalyede oturuyor o da topladığı çiçekleri babasına gösteriyordu. O günü dün gibi hatırlıyordu. Anıları kendi içinde yeniden yaşıyor babasının sözlerini tekrarlıyordu içinden. Dengesi iyice bozulmuştu ve emin olduğu tek şey babasının onu böyle görmek istemeyeceğiydi. Yine de elinden bir şey gelmiyordu. Yere çöktü. Gücü tamamen tükenmişti. İlk kez tüm gerçeklerle beraber ağlamaya başladı
Hava Neden Karanlık
Subscribe
Giriş Yap
Yorum yapmak için giriş yapmalısın
0 Yorum