Devletin pis çıkarları için halkı susturmak amacına ulaşacak her şeyi yapacak olmasını kimse görmüyor. Körlük ve görmek arasındaki farkın bu yüz yılda olduğu pek de söylenemez.
Madalyalar ölülerin topraklarında yeşermeyecek çünkü düşünce ekilmek istenmeyen onlarca zihin, uyuşuk hayatlara mahkum ediliyor. Uyuşukluk, uyumuşlukla taçlandırılıyor. Ağlayan adalet ve kör vicdanlar oluyor. Ölümün normlalleştirildiği topraklarda sistem iktidarı korumakla yükümlü, halksa dönen çarkın dişliler arasında umudunu korumaya çalışarak umutsuzluğa sürükleniyor, arada kaldığı ama kanı dökülmediği sürece ise yaşam diyor. Nefes almanın düşünceleri susturmaya yettiği dönemlerin son hasadı yine sinmiş toplumlar üzerinden kazanılan milyar dolarların kaybıyla sonuçlanıyor.
Toplu hareketlerin bir amaç uğruna yapılacağından çok protesto edilen şey sistemi kışkırtmakla suçlu sayılıyor, yasal haklarını varlığı sadece anayasada kalıyor çünkü uygulamanın yükü değişmi gerektirecek bu da sistemin ağır yenilgisiyle sonuçlanacak. Bunu bilen sadece halk değil ki zaten bu noktada ayrım oluşuyor. Kimin zengin kimin fakir olacağı çalışmak ya da eşitlikle açıklanacak kadar derinlemesine incelemeye değer görülmüyor, güç iktidarsa para adaletsizliğin kumbarasına dökülmeye hak kazanıyor. Halkın sustuğu sanıldığı oysa gündelik hayatta kafasında dönen onlarca sorun, düşüncelere dönmeden önce sessizlik imbiğinden ayrışmaya hak kazanıyor, bu ise biçim kazanan şeylerin sandığından daha değerli olduğunu gösteriyor.
Yaşanan onca soruna günah keçisi aranırken suçsuz yargılanan binlerce insana sebebiyet veriyor. İstendiği zaman sahte delillerin bile ortaya çıkartıldığı ve toplumda algı değiştirmek için kirlenen isimlerin arkasında yatan zengin düşünceler, umursamaz yargıçların korumasız vicdanlarına teslim ediliyor. Sözde cepsiz cüppelerin astarları arasına sıkıştırılmış paralar sus payından çok kör olmaya ve görmemek uğruna verilen emeğe karşılık birer taç niteliği taşıyor. Birisi çıkıp kendi krallığında kendi doğrusunu zamansız ortaya döken horozu ya da yumurtası kırık çıkmış tavukları istediği an keskin nişancı yetiştirmiş olmanın verdiği “haklı” güçle beraber susturma hakkına sahip olduğunu ileri sürüyor. Daha sonra çıkıp suçu yine kendisinin değil de milyonlarca düşmanı olduğu için herhangi birinin üstüne yıkabilir çünkü bu topraklarda adalet, eşitlik, düşünce özgürlüğü asla ama asla kısıtlanamaz engellenemez kavramlar olarak öğretiliyor! Ki zaten bu sadece kavram olarak kalmayı hak etmiş düşüncelerden sadece birkaçı.
Konuşan insan sevilmedigi gibi hiç bir anlamı olmasa da havlayan köpeklerin bile susturulmak istendiği dünyamızda anarşizmin hiç bilmediğimiz köpek dilinden türemeyeceğini kimse bilemez sonuçta! Yüzyıllar boyunca seslerden korkan insan ırkı hiç bir dönem bu kadar yıkıcı tablolarda bağırmayı savunmamıştı. Bu umudun diğer adı.
Son olarak José Saramago’ nun Görmek kitabında da dediği gibi ” Doğarız ve o an sanki ömür boyu sürecek bir paktı imzalamış gibiyizdir, fakat gün gelir, Bunu benim adıma kim imzaladı, diye sorarız.” o günlerin ışığında yol almaya devam eden zihinlerin varlığı ile ayakta kalıyoruz. Bir gün konuşmanın, düşünmenin ve farkı olmanın suç sayılmadığı bir dünyaya gözlerini açacak insan. O zaman körlüğün aydınlığı, görmenin karanlığına karışacak. Hangisinin yeneceği ise düşünen beyinlerin susmayan fikirlerinden bağıracak, özgürlüğe kanat çırpan kuşların kanadında.