Acının birçok tanımı var:
Acı çok sevdiğin biri tarafından terkedilmek.
Acı sevdiğin tarafından şiddete uğramak.
Acı içinde biriktirdiğin hüzünlerin toplamı.
Acı hayatın sana attığı kazıklar.
Acı aldatılmak.
Acı çok sevip te kavuşamamak.
Acı parasızlık.
Acı sevilmemek.
Acı yalnızlık.
……………….
Böyle uzayıp gider.
Acı duyduğumuz o kadar çok neden var ki…
Bize birçok şey acı veriyor.
Acı mutsuzluktur aslında. Yaşadığımız olayların temeli mutsuzlukla başlar acıyla biter.
Birini çok seversin ona kavuşamazsın ya terk edersin ya terk edilirsin ya da ayrılmak zorunda kalırsın. Ve tüm bunların sonucunda acıdan geberirken karşı tarafta bir hüzün kırıntısı bile oluşmaz. Kendini avutamazsın ondan nefret etmek istersin ama bu acı senin sırtına vebal gibi yüklenmiştir. Tamamlanamamış, yarım kalan veyahut yarım bıraktırılan şeyler içinde acı olarak yer edinir. Sen ona acırken o başkasına acır. Zincirleme acılar silsilesi. Doğanın kanunudur bu…
Acı içimdeki benliği söküp atıyor adeta. İnsan ulaşamadığına acı duyar. O hep imkansızdır. Sana imkan olsa bile başkasına acı olarak geri döner bu bir paradoks. Bir kere de ”mutlu olayım hep acı mı çekeceğim ben?” dersin ya… Hep acı çekeceksin mutluluk bize haram. Mutlu olmak için önce para lazım sonra huzur lazım. Para ve huzur unsurlarını sağladın ya sonra?
Sonrası ise bir muamma. Yine bir şeyler engel olacak acı verecek sana.
Ya sadakatsizliğe uğrayacaksın ya sevilmeyeceksin ya terk edileceksin ya da sevdiğin birisi ölecek. Acı hep seninle olacak.
Acıyı besleyen bu değersizlik hissi seni tüm benliğiyle içine çekerken sen o boğazda boğulacaksın. Her gün ağlayarak ”Neden ben?, neden ben?” diye ağlayacaksın. Sesini duyan olmayacak. Seni kimseye anlamak istemiyor çünkü. ”Herkes acısında yalnızdır evlat” diyecekler sana… Hüzünlü bir şekilde semaya bakıp için için ağlayacaksın ve kimse seni teselli etmeyecek. Hep yalnızsın ve hep yalnız kalacaksın.