Büyükler hep çocukların ailenin neşesi olduğunu söylerler. Gökyüzünün kuşları gibidir çocuklar çünkü ne yaparsan yap özgürce oynamak ister, gülüşüne kelepçe vuramazsın çünkü o haykırmak ister, ellerini bağlayamazsın çünkü o istediğini almak ister. Ama bazen öyle olur ki tanıdık bir kelepçe susturuverir çocuğu gülüşleri söner. Tüm gülüşler mutluluktan beslenir mutlu bir yuvaya ihtiyaç duyar. O mutluluğu sağlamak çocuğun görevi değildir. Anne ve baba arasındaki köprü çocuk olmamalıdır, omuzlarına yüklenen bu sorumluluğu taşıyamazsa çocuğun omuzları devleşir artık çocuk olamaz olgunlaşır. Duygularını bastırmak zorunda kalır. Eğitimsiz bir arabulucu oluverir birden. Sanır ki yapması gereken bu ailesini toparlaması gerek halbuki olanlardan bağımsız hala çocuk olduğunu unutur.
Tüm bu çabalama son bulur bir gün. ‘Artık yoruldum’ demek zorunda kalır çocukken olduğu küçük yetişkinlik bitmiş gerçek manada yetişkin oluvermiştir. Huzursuz ve gürültülü geçen aile ortamında çocuk benliğinin ailesi tarafından çalındığını fark eder. Düşününce bir şey daha bulur: Yaptığı tüm çabalar boşunadır, olan hiçbir kavganın sebebi kendisi değilken sonucu etkilemekte de başarısız olması gayet doğaldır.
Yaşanılmamış her çocuksu duygu parazit gibi fırsat kollar savunmasız yakalandığında o tekrar ortaya çıkıp çocukluğunu yaşamak ister. Bu kez hemencecik büyümeye harcadığı enerjiyi çocukluğunu yakalamaya harcar. Başarabilir mi orasını bilmiyorum ama kaç yaşına gelirse gelsin çocuk çocuktur ve evdeki ebeveynlik görevini üstlenmesi haksızlık olur. Herkesin rolü bellidir. Çocuğun rolü sadece çocuk olmaktır.