“Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı,gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz,yaşayıp giderdim.”
Raif Bey, hayatının önemli bir kısmını kaleme aldığı yazısının sonlarına doğru gelirken bu cümleyi hayatının tek aşkı olan Maria Puder’e ithaf ediyor. Bu güzel kitabı okuyan insanlar, etkisinden bir müddet çıkamaz, tıpkı benim gibi. Roman, ana karakterlerimiz Raif ve Maria Puder isimli kişilerin yer aldığı, yarım kalan aşkı, yarım kalan mutlulukları ele aldığı bir eserdir. Hep başkalarının istediği gibi yaşayan Raif Efendi, memnuniyetsiz hayatının tek bir anıyla değiştiğine şahit olacaktır: Maria Puder isminde bir kadına âşık olduğunda… Babasının isteğiyle Berlin’e giden ve oradaki bir sanat galerisinde hayran kaldığı bir tabloyla karşılaşan Raif Efendi, tabloda resmedilen kadın portresinin Andrea Del Sarto tarafından resmedilmiş “Madonna delle Arpie” adlı tablodaki Meryem Ana (Madonna) tasvirine benzediğini düşünür. Kitabın en başından alacak olursak şöyle anlatayım:
Kitap, Rasim’in işinden olması ve akabinde yeni bir iş arayışı ile başlar. Bu iş arayışı içinde bir gün rastladığı eski arkadaşı Hamdi’den yardım ister. Bu istek karşılık bulur ve Rasim, biraz utansa da Hamdi’nin müdürü olduğu işyerinde çalışması için ettiği teklifi kabul eder.
Rasim yeni işindeki odasında yaşı ilerlemiş Raif Efendi adlı sessiz, sakin bir adamla çalışacaktır. Hemen hemen hiç konuşmayan, verilen işleri titizlikle yapan Raif efendi, boş vakitlerinde de çekmecesindeki kitabı okumaktadır.
Bu Raif Efendi’nin içine kapanık, melankolik hali Rasim’in merakını celbeder. Raif Efendi’nin hastalanıp işe gelmediği bir gün yapılacak bir çevirinin ona ulaştırılması gerektiğinden Rasim, Raif , şirketin Almanca çeviri işlerini yapan Raif Efendi’nin evinin yolunu tutmasıyla kafasındaki soru işaretlerine cevap bulacaktır. Rasim’in Raif Efendi’nin evinde karşılaştığı manzara onun neden böyle içine kapanık olduğu göstermektedir. Bu garip yaşlı adam oldukça kendisini sevmeyen karısıyla mutsuz bir evliliğe hapsolmuştur. Onun üç kuruşluk maaşına bağlı bu kalabalık evde saygı görmemekte, hayatının her alanında başkalarının yönlendirmesi hareket etmekte, kendi isteklerini dile getirememektedir.
Raif bey çok hastadır ve yatağa düşmüştür. Rasim onun bu işe de gidemediği zor zamanlarında yanında olarak adeta eşi ve kızlarından daha yakın biri haline gelir. Ölümünün yaklaştığını anladığında, genç iş arkadaşından rica eder ofisteki çekmecesinden eşyalarını getirmesini ve kara kaplı defterini bulup yakmasını ister. Rasim defteri yakacağına söz verir.
Bundan sonra kitap Raif Efendi’nin defterine aldığı notlar üzerinden devam eder. Raif, genç yaşında da içine kapanık ve oldukça yalnızdır. Hayatta tek dostu kitaplarıdır. Babası bir sabun fabrikası işletmektedir ve Raif’in sabunculuğu öğrenebilmesi için onu Almanya’ya yollar.
Raif Efendi, Almanya’ya vardığında bir sabun fabrikasında işe başlar. Zamanla fabrikaya gidişi azalır. Bunun yerine kendini şehrin sanat dünyasına ve güzelliklerine kaptırır. Her gün parkları, sergileri ve Almanya’nın çeşitli yerlerini sabahtan akşama kadar gezer. Bir gün bir sergide Kürk Mantolu Madonna tablosu ile taşınır.Tabloya adeta vuruluan Raif, o gün ve devamında serginin açılışından kapanışına kadar tabloyu seyreder. Kürk Mantolu Madonna onu çok etkilemiştir. Yine Kürk Mantolu Madonna’yı seyre daldığı günlerden birinde, bir kadın yanaşır ve tablo kadını birine benzetip benzetmediğini sorar. Raif Efendi utangaç olduğu için kadının yüzüne bakamadan onu annesine benzettiğini söyler.
Raif Efendi, daha sonra o gün sergide konuştuğu kürk mantolu kadına sokakta rastlar. Ertesi gün, kadını tekrar görebilme umuduyla aynı yerde onu beklemeye bekler ve hakikaten onu görür. Kadını Atlantis adlı bir gece kulübüne kadar takip eder. Kulübe girdiğinde, Kürk Mantolu Madonna’nın keman çalıp şarkı söylediğine şahit olur. Şarkısı bitince kadın Raif Efendi’nin masasına oturur ve kendini, Maria Puder olarak tanıtır. Kürk Mantolu Madonna resmi onun otoportresidir.
O günden sonra Maria Puder ve Raif Efendi arasında samimi bir arkadaşlık başlar. Maria Puder’in her fırsatta ondan herhangi bir beklentisi olmaması gerektiğini, hiçbir erkeğe bağlanıp aşık olamadığını belirtir ama Raif Efendi’nin elinden bir şey gelmez ve ona sırılsıklam aşık olur.
Her gün buluşup botanik parkları, sergileri, bahçeleri gezerler. Sonunda Maria Puder de Raif Efendi’ye aşık olduğunu itiraf eder. Fakat her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi onların mutlulukları da sona gelmiştir. Bir gün Raif Efendi, babasının öldüğü, gelip fabrikanın başına geçmesi gerektiğine dair bir telgraf alır. Raif Efendi, işlerini düzene soktuğunda Maria Puder’i de yanına aldırmak üzere Türkiye’ye döner.Bir süre mektuplaşırlar fakat birdenbire Maria’dan gelen mektuplar kesilir. Raif Efendi, senelerce ondan habersiz yaşar ve eski içine kapanık haline geri döner.Marianın mektupların kesilmesinden on yıl sonra sokakta iki kişiyle karşılaşır. Bunlardan biri Berlindeki pansiyonun sahibi Frau van Tiedemanndır. Raif Efendi o adamdan Marianın hamile olduğunu, bunu kendisine söylemediğini ve doğum sırasında öldüğünü öğrenir. Hatta o adamın yanındaki çocuk da Marianın ve kendisinin çocuğudur. Ancak Frau von Tiedemann kızı da alır ve trene binerek Bağdata doğru hareket eder.
Kitabın işleyişi, olay örgüsü, ana karakterleri… o kadar güzeldi ki! Kitabın ilk başları okuduğunuz zaman size sıkıcı gelir ya da anlayamayabilirsiniz normaldir. Çünkü, Rasim’in Raif Efendiyle tanışma serüvenine şahitlik edecek, Rasim’in Raif Efendinin neden böyle içe kapanık olduğunu anlamaya çalışmasını okuyacaksınız. Raif Efendinin bu kadar saf, temiz duygularla Maria Puder’e aşık olması, Maria Puder’in Raif Efendiden ısrarla kaçmaya çalışması ve kaçmaya çalıştıkça ona her geçen gün daha da kuvvetli hislerle bağlandığını okuyacaksınız. Maria, insanlara güvenmemeyi kendine kural edinmişti, bunun için hiçbir erkeğe bağlanmıyor, sevmiyordu. Daha doğrusu sevemezdi, çünkü insan güvenmediği kişiyi sevemezdi. Maria, Raif Beyi ilk tanıdığı zamanlarda onun hakkında da böyle düşünüyor, “Bütün erkekler aynıdır” düşüncesiyle Raif’e bağlanmaktan korkuyordu. Raif ise bıkmadan usanmadan Maria’yı gördüğü ilk günden o yana onu sevmişti ve ölene kadar da sevmeye devam etmişti. Maria ile mektupların kesildiği vakit Maria’yı suçlamış, onu bıraktığını, ondan vazgeçtiğini düşünmüştü. Oysaki acı gerçeği bilmiyordu. 10 yıla yakındır Maria’ya olan kırgınlığı ve sevgisi geçmemişti. Gerçeği öğrendiği andaki yüz ifadesi eminim ki tahmin edilemez bir şekildedir. Bu hüzünlü ve yarım kalan aşk hikayesi okuyanların kimisine göz yaşı döktürüyor, kimisini de gerçek aşkın ne olduğunu bir kere daha sorgulatıyor. Günümüz ilişkilerinde Raif Bey gibi saf duygulara, onun gibi sevgisine sadık bir insana rastlamak zor. Maria gibi ne istediğini henüz bilmeyen, insanlara güvenmeyen (özellikle erkeklere) insanlara rastlamak mümkün tabii. İnsanlar güven problemini her dönemde yaşıyor ne yazık ki.
Raif elinden gelse asla evlenmemeyi tercih ederdi, zoraki bir evlilik yaptığı bariz ortada. Yaşadığı evlilikte de, bulunduğu ortamda da hiçbir zaman mutlu olmadığı aşikar. Aklı ve kalbi başkasına ait olan bir insan, ait olmadığı o hayatta ne kadar mutlu olabilirdi ki? Maria’dan sonra iyice sessiz bir kişiliğe sahip olmuştu, insanlar sürekli sessiz kişiliğinden yakınıyorlardı. Ne yaşadı, ne yaşıyor kimsenin umurunda değildi çünkü. Raif’i tek fark eden Rasim olmuştu. Ve sanırım Maria… Maria, Raif’in kişiliğine ilk başlarda ön yargılı olsa da sonradan onun nasıl bir insan olduğunu, onu diğerlerinden hangi özelliği ayırdığını fark etmiş ve biliyordu. Bu adama çoktan aşık olmuş ve bağlanmıştı bile. Hüzünlü hikayeyi daha çok anlatmak isterdim ama sanırım bu kadarı yeterli. Kesinlikle ve şiddetle tavsiye ediyorum, okuyun. Okutturun.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın.