Bana sen güçlüsün demişti ama neye dayanarak söylemişti ki bunu? Bazıları da duygusal biri olduğumu söyledi. Bazıları çok iyimser, bir kaçı da kötü biri olduğumu söyledi.
Aslında kimdim ben? Hangisi doğru yani, çok iyimser biri aynı zamanda kötü biri olabilir mi? Güçlü biri duygusallığını belli eder mi?
İnsanlar hep konuşur hep de konuşacaklardır. Fikirlerini yanlış veya doğru asla düşünmeksizin belirtirler. Böyleleri genelde her zaman haklı olduğunu düşünen kişilerdir. Hayatta ki tüm acıları ve mutlulukları yaşamış her şeyle ilgili deneyimi olduğunu sananlar. Bu yüzden kendinizi insanların söyledikleriyle tanımayın. Birilerine ben nasıl biriyim sence diye sormak yerine, kendinize sorun bu soruyu “Ben kimim?”
Aslında kimiz?
İnsanlardan uzaklaşın, sadece kendiniz olun istediklerinizi düşünün. Hayal ettiklerinizi, gece başınızı yastığa koyduğunuzda arzu ettiğiniz şeyleri, sizi siz yapan her şeyi düşünün. Kendiniz hakkında bir çok fikriniz olacaktır çünkü insanlar ve bulunduğunuz ortamlar sizi değiştirir. Kendinizi ancak kendinizle baş başa kaldığınızda anlayabilir ve dinleyebilirsiniz. İnsanların içinde kendi sesinizi duymanız oldukça zordur . Eğer bir kesim bir fikirde ortaksa sizde o fikre yönelirsiniz çoğunlukla oysa kendinizi dinlemeyi öğrenirseniz ya da düşünce yapınız oturursa ortak fikre yönelmek yerine kendi fikrinizi ortaya koyabilirsiniz. Sizin düşüncenize uygun olan fikri de seçebilirsiniz.
Bu soruyu sürekli tekrarlayın, kendinize her daim sorun. Çünkü insanlar yaşadıkça değişirler. Yanlışlar yaptıkça doğruları keşfederiz. Kaybolduğumuzu sanarken benliğimizi buluruz. Çocukken kendimizi farklı tanırız. Mutluyuzdur her daim yani, genelde böyledir.
Acı dendiğinde biber acısı gelir aklımıza, keşke hep böyle kalsaydı. Ya da en azından hiç düşünmeksizin ruhumuza fırlatılan bıçaklar yerine sadece fiziksel acı gelseydi aklımıza.
Yaşlandığımızda daha farklıdır, geçmişime dönüp bakmaya korkarız, belki de utanırız ya da yapmış olduğu her şeyden gurur duyan düşünceli bir insan oluruz. Daha yorgun ve bir şeyleri kavramakta zorlanan hayatın boş ve değersiz olduğunu düşünen biri olabiliriz.
Hayatından oldukça fazla ders çıkarmış mutlu mesut yaşayan bir ihtiyarda olabiliriz. Bunu nasıl yaşadığımız belirler. Gençlik çağlarındaysa daha farklıdır en zevkli zamanlarıdır insanın genelde bu zamanlarda parlar veya söner insanlar. Kendimizi bir mum ışığından güneşe dönüştürebiliriz veya gecenin karanlığına boyarız kendimizi. Ay ışığının bile aydınlatamayacağı bir karanlığa.
Gerçek acıyı tadana kadar kendimizi duygusal biri olarak görmeyiz. Hiçbir şeye üzülmediğimizi, oldukça dayanıklı olduğumuzu düşünürüz. Daha sonrasında canımız acır, ama bu kez farklı gelir belki hiç ağlamamışsınızdır ama bu kez hıçkırıklara boğulursunuz ve o zaman anlarsınız. Aslında duygusalsınızdır sadece yeterince güçlü bir acı hissetmemiş ya da yeterince dolmamışsınızdır.
Güçlü olduğumuzu düşünürüz. Hep ayakta kalmışızdır ve kalacağızdır da ama birisinden veya bir nedenden dolayı ayağımıza çelme takılana kadar aslında hep ayakta kalamayacağımızı fark edemeyiz. Düşeriz, artık ayakta değilizdir yani sandığımız kadar güçlü değil miyizdir? Hayır, daha güçlüyüzdür sadece bunu ölçecek bir şansımız olmamıştır daha önce.
İnsan tahmin ettiğinden daha güçlü bir varlıktır. Eğer bir şeyler gerçekten yaşanırsa dayanmak zorunda kalır ve bunun için bir güç sergiler oysa daha önce düşünsene bu kadar güçlü olduğunu anlayamaz insanlar. Düştükçe daha da güçleniriz çünkü her düştüğümüzde yeniden ayaklarımızın üzerinde durmamız için daha fazla güç sarf etmemiz gerekir.
Ve sevemeyiz sanarız kendimizi, neden böyledir? Hiç sevilmedik mi ya da hiç seven insan mı görmedik, Hikayelerde anlatılan aşk hikayeleri çok mu abartılı geldi? Bilemiyorum belki başka sebeğleri de vardır hatta bir çok sebebi vardır yazsak sayfalarca tutar ama hepsi gereksizdir. İnsanız severiz. Biz her duyguyu tatmak için yaratıldık acısıyla tatlısıyla, aşkıyla, öfkesiyle hepsini. Nedenini kendimiz bile anlayamayız ama severiz ve çokta güveniriz.
Her şeyimizi anlatır ama sırlarımızı anlatırken sevgimizin ve bağlılığımızın da arttığını fark etmeyiz. Birine kendimiz hakkında ne kadar çok bilgi verirsek o kadar çok seviyoruzdur aslında. Hakkımızda ne kadar çok şey bilirse canımızı yakmaları da bir o kadar kolaylaşır
Sanırım bu yüzden sevemeyeceğimizi düşünüyoruz . Sevmek istemiyoruz birilerini. Seversek kendimizi açarız, içimizi dökeriz ve bundan zararlı çıkmayacağımızın garantisi yoktur. Duygular mantıklı değildir sadece hissedilebilir ki genelde hisler yanılmamıza sebebiyet verir.
Sonuçta gerçek benliğimizi ortaya çıkaran duygularımızdır. Duyguları sevmeyiz çoğu zaman olmamasını veya yönetebilmeyi isteriz, yönetebilsek harika olurdu doğrusu ama maalesef hayatta hiçbir şey tam olarak istediğimiz gibi gitmez ama eğer yöntebilseydik kendimi yine üzerdim ben şahsen çünkü eğer bir duygudan bile mahrum kalırsak hayatı tam olarak asla kavrayamayacağımızı düşünüyorum. Bu hayatta her şey karşılıklıdır. Şimdi ben üzüldüğüm kadar mutlu olmadım diyenler vardır ama ben ne zaman mutlu oldunuz diye sorsam tek cevap gelmez oysa ne zaman üzgün oldunuz desem bir çok cevapta bulunursunuz. Hiç mi mutlu olmadınız? Doğum gününüzde, mutlu bir haberle ya da en basiti sınavdan yüksek aldığınızda bir sevinç duygusu kaplamadı mı içinizi? Kapladı tabii ama insanın ruhunda iz bırakan acılarıdır o yüzden canımızın acıdığı zamanları hatırlayabiliriz ama mutlu olduğumuz zamanları genelde hatırlamayız. Kaç şairin ruhunun mutlulukla dolduğunu anlattığı şiir okudunuz ki, vardır elbette ama çoğunlukla değil. Yazarlarda, şairlerde, sanatçılarda acıları ele alır. Ruhumuzu etkileyen budur.
Belki de ruhumuz acıya doymuyordur.
Eğer böyleyse ne kadar doyumsuz bir ruhumuz varmış. 🙂