Elimden tutamayıp yüreğimi yerde bırakan herkese selam olsun…
Büyüyoruz. Hem de hiç olmayacak şekilde orantısız. Kaburgalarımız genişliyor ama kalbimiz hiç olmayacak şeylerle doluyor. Çiçek açması gerekirken sevgiye sevgisizlikle solup ölüyor. Kol kemiklerimiz uzuyor fakat kimse sarılmıyor birbirine. Ellerimiz büyüyor, parmaklarımız uzuyor fakat kimseyi kaldırmak için uzanmıyor yere. Nereye baksam kalkmak için debelenen insanlar, bedeninin içinde sıkışıp kalmış düşünceler… kimse kimseyi anlamıyor.
‘Bu kadar kelime varken birbirini anlamamak niye?’ Diyorum. Düştüysem düştüm derim, kötüysem kötüyüm, sarılmak istiyorsam açarım kollarımı sarılırım diyorum. Ama öyle olmuyor. Çıkmıyor kimsenin ağzından bu sözler. Sonra benim de kalbimden geçenlerin yarısını bile dilime getiremediğim geliyor aklıma. Susuyorum. Kısa bir suskunluk bu çünkü hep kendimle konuşuyorum ve bu konuşma hiç bitmiyor. İnsanın dile getirdiği şeyler içine dert oluyor konuştuktan sonra. Yanlış mı anlar, saçma mı bulur, ne der? Bir sürü soru cirit atıyor beynimde. Kendi yalnızlığımı seçiyorum bu nedenle. Yalnızlığım dediğime bakmayın bu hissettiğim bir şey değil. Ama dışardan bir kalıp olarak yalnızlık oluyor adı.
İşte böyle böyle organlarımız, bedenimiz büyürken duygularımız da kelimelerimiz de köreliyor. Halbuki küçükken ne de kolaydır düşünce ağlamak. Canın yanmasa bile o ilgi için nazlanmak…
Sonra insan kendine sarılmayı, dertlerini kendine açmaya başlıyor. Tek kişilik arkadaşlığının konuşmaları başkalarına sır oluyor artık. Ne trajedi. Onlarca yalnız, konuşmaya ihtiyacı olan insan varken hepsinin suskunluk yemini etmeleri, dilinin ucuna kadar gelen sözleri yutmaları.
Kim varsa kendi yaralarını saran hepsine selam olsun.
Kim varsa kendine sarılıp saçlarını okşayan selam olsun.