Adalet ve Kalkınma Partisi, belki de cumhuriyet tarihinde ulaşılması zor bir hedefe ulaşmış durumda. Bu bağlamda, istikrar ve sürdürülebilirlik ögelerinin AK Parti iktidarında temayüz ettiğini görebiliyorsunuz.
Şunu her zaman söylüyorum…
AK Parti Türkiye’de bir “dönüşüme” imza atmıştır. Hemen itirazlar yükselecektir, biliyorum. İçinde bulunduğumuz ekonomik darboğaz göz önünde tutularak, tahlil yapmak sanki biraz haksızlık olur.
AK Parti; Türkiye’nin 2001 krizinden geçtiği bir dönemde, insanlara, yurttaşlara, garip-gurabaya yeni bir adres olarak sahneye çıkmış ve geniş kitleler tarafından büyük bir teveccüh görmüştü.
Şimdi içinden geçtiğimiz dönemlerde tartışmalara baktığımızda, bazı hususlarda iktidar önde gelenlerinin yaşananları analiz etmelerinde bir zafiyete düştüklerini görüyoruz.
Değerli okuyucular, yaşamımızın ana dinamiklerini oluşturan bilim dallarında afaki değerlendirmeler yapmak, rasyonaliteden uzaklaşmak, toplumu oyalamak, sadece zamanı heba etmek olarak telakki edilir.
Bunca zaman tek başına iktidar olmak, devlet kadrolarında konsolidasyonu sağlamak, hedefleriniz istikametinde gece gündüz demeden mesai harcamak…
Bunlar gerçekten de zorlu bir aşama ve mücadele gerektiriyor. Ama öte yandan, geniş kitlelerce beğenilen politikaların altına imza atan bir siyasal iktidardan, son zamanlarda sadece kamualanını tahkim ve düzenleyen bir “otorite” mertebesine gelmek, insanların beklenti ve sahip oldukları kanılarında tereddütte düşmelerine neden olmaktadır.
Ekonominin şu sıralar kötü bir görünüme sahip olmasında, Covid-19 salgınının belirgin tesiri var.
Gözden kaçırılmayacak bir başka husus ise…
Rasyonaliteden uzaklaşma.
* * *
Bugün ne olursa olsun, kötü gidişata rağmen halk indinde AK Parti’ye olan bir teveccüh var.
Ama bunun ne kadar “samimi” ya da ne kadar “genelgeçer” olduğunu, ancak yaşam koşullarının dayatması sonrasında müşahede edebiliriz. Şu bir gerçek, AK Parti her ne kadar “kitle partisi” olarak sunulsa da, burada AK Parti’yi siyaset kurumu içinde “farklılaştıran” unsur, cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın geniş kitleler üzerindeki etkisidir.
Bugün, meydanlarda veya kapalı alanlarda yapılan söylemlere ya da demeçlere baktığımızda, kuşatıcı bir siyasal dilden ziyade ayrıştırıcı bir siyasal diskur kullanılmakta. Şöyle baktığınızda, AK Parti “kurulu düzene” bayrak açarak, seçilmiş bir iktidarın milli egemenliğinin engellemesine mukavemet göstererek, toplumun gönlünde yer edinmiştir.
Fakat…
Son yıllarda hem iktidar cenahında hem muhalefet cenahında büyük Türkiye ideali adına konfor alanlarından taviz vermeme gözleniyor. Hâlbuki, tüm partilerin “kırmızıçizgileri” devletin ve milletin bütünlüğü ve saadeti üzerinden değer görmelidir.
Yine bir başka husus da şu: AK Parti’nin her sıkıştığında veya çözümlenemeyen sorunlarda, topluma bir hikâye anlatması. En popüleri sizlerin de vâkıf olabileceği “dış mihraklar” olgusu.
Buradan şu çıkmasın… Emperyalizmin Türkiye üzerindeki büyük emellerinin olmadığı. İster dış güç diyelim, ister dış mihraklar diyelim, gelip dayandığımız nokta, emperyalizmin değiştirdiği strateji ve taktiklerle “ulus devletleri” hegomanik küresel sistemde merkez devletlerin uydusu olmaya zorlamasıdır.
Gelgelelim, 20 yıldır tek başına iktidar olan bir partinin, yaşananları daha rasyonel bir süzgeçten geçirmesi gerekmez mi? Şunu da kabul ediyorum, geçmiş zamanlarda “müesses nizamın” ya da “devlet içinde devlet” biçimindeki yapıların, nasıl da dış güçlerle işbirliğine giderek, meşru hükümetleri yıprattıkları bir masal değil reelpolitiktir.
Ama artık düzen değişti. Çok daha güçlü bir siyasal iktidar var. Türkiye’ye giydirilmek istenen “deli gömleğini” reddederek, büyük bir ülkü için çalışmak lâzım gelmektedir:
Müreffeh bir Türkiye.