Hiç meditasyon yapmayı denediniz mi? Stresle başa çıkmakta, bir araya ihtiyacınız olduğunda, endişelerden kurtulmak, korkulardan kaçmak için mükemmel bir yöntem olduğu söyleniyor. Ben de son zamanlarda yapmaya başladım ve etkili olduğunu düşünmeye başladım. Özellikle evden çalışanlar için molalarda birkaç dakikalık meditasyon yapmanın çok iyi geldiğini söyleyebilirim.
Geçtiğimiz günlerde yine bir mola sırasında meditasyon yaparken bu sefer guided (rehberli) meditasyonu denemek istedim. Ve o çok meşhur sözler geldi “ gözlerimizi kapatıyoruz ve kendimizi masmavi gökyüzünün altında hayal ediyoruz. Etrafta ağaçlar, çiçekler var. Kuşlar cıvıldıyor, hemen yanı başımızdan bir dere akıyor…”. Bu çok klasik ve beklendik sözler bir anda beni çocukluğuma götürdü, dedemin bahçesine.
Dedim bahçesinde çeşitli meyve ağaçları vardı, üstünde zıpladığımız kenara atılmış eski bir yatak, babam ve amcamın elleri ile yaptığı ahşap tabureler ve masa, içinde tavukların yaşadığı küçük bir kümes, zeytin ağaçları ile çevrili bir papatya tarlası vardı hemen yanı başında da bir dere akardı. Devamlı üstüne tırmanıp oynadığım bir zeytin ağacı vardı babamın her gittiğimizde yanına arabasını park ettiği. Günün her saati ekmek kokusu gelirdi eve hemen iki adım ötedeki tandırda. Uzaktan teyzelerin ekmek yapışını izlerdim korka korka tandırın içindeki alevden. Ceviz toplardık ablamla ve annemden bir güzel azar yerdik avuçlarımız yemyeşil oldu diye.
Papatya tarlasının karşısındaki evde dedemin abisi yaşardı oğlu, gelinleri ve torunları ile birlikte. Bizim yaşlarımızda bir kız vardı torunları arasında ve ne zaman görsem çocuk bakardı. Küçücük kıza baksın diye kardeşlerini verirlerdi eline. Kahvaltıdan sonra halama giderdim bahçesinde oyun oynamak için kuzenimle. Eski masanın bacağıyla türlü türlü hayaller kurup oyun oynardık. Sahi hiç oyun oynayacak oyuncak yok muydu o evde? Sonra uzaklardan elinde çikolatalarla amcam gelirdi. Herkesin en sevdiği amcası oluverirdi. Halamın oğlunun amcama dayı demesine hep şaşırırdım.
Zaman geçtikçe bu mutlu anıların yerini daha gerçekçi şeyler almaya başladı. Devamlı elinde bakmak zorunda olduğu bir bebek olan kız gibi bana oraya ait olmadığımı ve asla olamayacağımı gösteren şeyler fark etmeye başladım. Sonra dedem öldü, ardından babaannem. Orası artık dedemin bahçesi değildi, erik ağacı erik vermiyordu, dereden su akmıyordu, papatyalar bile yok olmuş yerine araba hurdaları almıştı. Gözlerimi kapattığımda kendimi huzur içinde bulduğum o yanından dere akan bahçe yok olmuştu.
İşte birden bire bir gerçekliğe uyanıyor insan. Zamanında sevdiğiniz ve artık olmayan kaç şey var hayatınızda? Bunca yıl ne kadar çok şey yitirdik aslında. Kaç anıya kaç an’a veda ettik? Hikayedeki yerler ve kişiler artık o kadar uzak ki bana.. ve bu uzaklık yalnızca mesafeler değil ancak insanlar ve onların zihinlerinde bu an’ların anı olmasına sebep olan her şey.
Ama hayat umutsuzluğa kapılmak için çok kısa. Belki bir gün benim babamın bir bahçesi olur elleriyle taburelerini yaptığı, papatyalar ektiği, meyve ağaçları diktiği. Belki ablam yine düşer dut ağacından meyve toplarken ve o anda amcam gelir elinde çikolatalarla. Kim bilir belki bir bahçemiz olur bir gün çay içip sohbetler ettiğimiz, yine birlikte güldüğümüz ve bu sefer herkesin mutlu olduğu. Kim bilir!