Bir dizi düşünün ki, uzun zamandır oturamadığım klavyemin başına “bu diziyi mutlaka herkes bilmeli” diyerek beni ışınlandıran bir yapıt. Netflix bize bir dizi değil resmen hayattan bir kesit sunmuş bu defa. Çokta iyi yapmış.
Aslında dizi, Stephanie Land’in New York bestseller listesinde bulunan Maid: Hard Work, Low Pay and A Mother Will To Survive kitabından uyarlanan bir yapım. Ama öyle bir uyarlama ve öyle güzel bir anlatım ki, bir süre sonra olayların içerisinde kendinizi kaybediyorsunuz. Sanki Alex gerçekten tüm bunları yaşıyor ve siz de onun hayatının her saniyesini gizli bir kamerayla takip ediyormuşsunuz gibi içine alıyor dizi sizi. Ama diziyi benim için bu kadar özel yapan kamera açıları, olayların akıcılığı falan değil, konusu!
Kısaca bahsetmem gerekirse Alex bekar bir annedir ve beraber yaşadığı sevgilisiyle şiddet içeren bir ilişkisi vardır. Sonunda dayanamayıp bir gece 3 yaşındaki kızı Maddy’i de alıp evden kaçar. Annesi ve babasından yardım alma şansı yoktur çünkü zaten ikisi de sorunludur. Tek başına ayakta kalmaya çalışan bir anne, daha da ötesi bir kadın olarak bürokratik kurallar yüzünden yıpranıyor, zaman zaman çaresizllik içerisinde kıvranıyor. Küçük kızı ile yeni bir sayfa açmaya çalışırken cebinde beş kuruş parası olmadan, kalacak yer bulamadan çabalarken bir yandan da terkettiği erkek arkadaşından kızını korumaya ve devletten yardım alabilmek için bürokratik engellerle savaşıyor. Anlayacağınız bir kadının ayakta kalma çabasını izliyoruz ama bunu diğer dizilerden ayıran şey ise başroldeki kahramanımız asla bu işi dramanın dibine vurarak, gözyaşlarıyla suratını yıkayarak yapmıyor. Adeta bir savaşçı gibi her yolu deniyor.
Günümüzde aile içi şiddetin bu kadar yüksek oranlara ulaştığı bu zamanlarda, bir kadının ayakta kalabilmesi için koşulların ne kadar zor olduğunu ama asla imkansız olmadığını gösteriyor. Çoğumuz, ben dahil, aile içi şiddete maruz kalan bir kadın gördüğümüzde “neden buna katlanıyor, sığınma evleri var yardım kuruluşları var, bir yolu bulunur” diyoruz ama aslında işin içinde olan biri için bunun ne kadar farklı olduğunu, özellikle çocuğunuz varsa işin maddi güvence kısmının yanı sıra duygusal ve psikolojik olarak ne kadar yıpratıcı ve zorlu bir süreç olduğunu kaçırıyoruz.
Dizinin bana kattığı en önemli noktalardan bir diğeri ise, şiddet konusunda ne kadar az şey bildiğimi farketmiş olmam. Duygusal şiddetin de bir şiddet olduğunu biliyoruz ancak ilişkilerimizde bize bağlılık simgesi olarak lanse edilen çoğu şeyin aslında üstü kapalı bir kendine bağlı hale getirme olduğunu görmemi sağladı. En basit örneği olarak, “çalışmanı istemiyorum”, “neden sosyal medyada ortak hesabımız yok”, “evin para gelir gideri benim kontrolümde olsun” gibi hoş ve jest gibi görünen şeyler aslında bir nevi sizin hürriyetinizi elinizden almaktır. Bunun başarılmasından sonraki adım ise duygusal istismardır. Bunlardan haberi olmayan kişiler ise malesef partnerlerinin kendilerine yetersiz hissettirici saldırılarıyla yaşamak zorunda olduklarını çünkü ortada aslında bir sorun olmadığını düşünüyor ancak gerçek bu değil.
Tamam bir cesaret toksik ilişkinizin farkına vardınız, maruz kaldığınız fiziksel veya duygusal şiddeti farkettiniz ve o ortamı terkettiniz, peki her şey halloldu mu? Hayır. Dışarıdan bakan üçüncü gözler olan bizler için her şey hallolmuş olsa da aslında işin asıl yıpratıcı süreci burada başlıyormuş meğer. Sonunda terketme cesareti gösterdiğiniz kişilere “değişti, artık eskisi gibi değil” düşüncesi ile geri dönmenin aslında sadece sana bana değil çoğu insana mahsus bir durum olduğunu ve bunun ayrımını yapabilmenin ne kadar önemli olduğunu gösteren müthiş noktalar yakalamış bu güzel dizi.
Çok uzatıp iç karartmak ya da sıkmak istemem bu yüzden söylemek istediğim şeyi şu şekilde özetleyebilirim:
Hayalleri olan ve cesareti olan bir kadına asla dur diyemezsiniz, hele ki bu kadın bir anne ise onu çok kez sendeletebilirsiniz ama asla düşüremezsiniz!