Bazı şeyleri anlamakta zorlanıyorum.
Tamam, insanlar aynı şeyleri düşünmek zorunda değil. Tıpkı siyasi partilerin sahip oldukları plan ve program gibi.
Siyasi partiler de normal insanlar da sahip oldukları ve inandıkları değerlere ve ideolojiye göre…
Bir hayat felsefesi oluştururlar. Siyasi partiler inandıkları siyasal düşünceye istinaden, iktidara geldiklerinde yaşama geçirecekleri projelerin hayallerini kurarlar.
Sade insanlar da kafa yordukları siyasal görüşün iktidara geldiğinde, beklentilerini karşılamasını umarlar.
Bu husus daha da uzatılabilir.
Derdim…
Şu “kutuplaşma” hastalığı. Tabii ki insanların “yekpare” olmasını beklemiyorum. Nasıl ki renkler ve zevkler tartışılmazsa…
İnsanların yaşama dönük beklentileri ve hayalleri de yekpare olamaz. Ama öte yandan, insanların insanları artık bıkkınlığa sevk edecek kadar birbirlerinden uzaklaşması da…
Düşündürücü.
Tamam… Kimse bir diğeri gibi düşünmesin. Birinin A dediğine diğeri B desin ama, “makul çerçevede” kalmak kaydıyla.
Gerçekten de bu “kutuplaşma ve saflaşma” toplumumuzu içinden kemiren bir kurt gibi…
Sessizce ve derinden yiyip bitiriyor.
Olması gereken boyutlarda kutuplaşma olsa zaten sorun yok.
Kutuplaşmayı, daha çok siyasi otoriteyi tahkim etmek cihetiyle kullanınca, işler çığırından çıkıyor.
* * *
Bir başka husus da…
Mukaddes değerlerin hâlen siyasette malzeme olarak kullanılması. Şöyle bakıyorum da, sanki sosyal medya artık gittikçe çığırından çıkmaya başladı. Sosyal medyadan açılan konu başlıkları birden kamuoyunun dikkatini bu başlığa kilitliyor.
İnanç meselesi kişilerin kendi özel yaşamlarının sınırları dâhilindedir. Evet, orman yangınları var. Yangınların bir kısmı aslında hemen hemen büyük çoğunluğu, kontrol altına alındı. Bu bağlamda, yangınların çok fazla etkili olduğu süreçte, vatandaşların yağmur duasında bulunmalarına yönelik “etkileşim”, hemencecik yine tartışma hususu yapıldı.
Artık yapmayalım. Vazgeçelim. Mukaddes değerler, her şeyden azadedir. Din olgusu, zaten tartışma götürmeyecek bir alandır. Hemen din ve bilim ya da akıl önermeleri gündemin bir numaralı tartışması oluveriyor. Artık birbirimizle uğraşmayalım. Ne var yani… İnsanlar, böyle vahim ve çaresiz kaldıkları bir vaka karşısında, inançları doğrultusunda YARADANDAN niyazda bulunsalar, ne olur?
Artık şu “fasit daireden” çıkalım. Sorunlarımızı kutsal değerlerimizin içine hapsedince, sorunlar “katmerleşerek” daha da büyüyor. Dinî inanç hiçbir şekilde kamuoyunun önünde “malzeme” yapılamaz. Bir de artık şu sosyal medya denen, bazen gerçekten de insanlığın hayrına mı yoksa mahvına mı neden olduğu muğlak mecrayı “ciddiye” alma alışkanlığından tez elden vazgeçelim.
Neden, bizler, metazori olarak bir şeylerden “şeyler” üretmek adına canhıraş çaba harcıyoruz. Tüm şu kendi hırs ve çıkarlarımız adına harcadığımız enerjimizi ve insan kaynağımızı, ülkemizin ve milletimizin abat olması adına harcasak, fena mı olur?
Artık rahat bırakalım insanları ve insanların yaşamlarının birer parçası olan “kutsal değerlerini”. Bu hususlar kutsal kitap üzerinden de yapılıyor, inançlı olmak veya olmamak üzerinden de yapılıyor. Pekâlâ, dünyevi bir yaşamın gereği olarak, karşılaşılan dünyevi sorunlar bilimin mihmandarlığında çözümlenebilir. Yalnız artık sosyal dokumuzu kin ve nefret üretimine payanda etmeyelim.
* * *
TÜRKİYE’DE konuşulacak meseleler bitmiyor ki…
Bu aralar sadece orman yangınlarıyla mücadele etmiyoruz. En son spekülasyon konusu CHP üzerinden koparıldı. Siyaset kulislerinde estirilen polemik rüzgârı şu: MİLLET İTTİFAKININ yeni cumhurbaşkanı adayının eski ekonomi bakanı Mehmet Şimşek olduğuydu.
Gerçi…
Bu polemik hususu Cumhuriyet Halk Partisi tarafından yalanlandı. İşte böyle kısır konularla günlerimizi geçirdiğimiz için, esas sorunlara odaklanamıyoruz. Bu ortaya atılan polemik hususu, gerçek bile olmasa, CHP açısından şıpından negatif anlamda malzeme olarak kullanılıyor. Gerçekten de CHP gibi cumhuriyet rejimimizin temel taşı olan bir partinin, cumhurbaşkanı adayını topluma sunamaması düşündürücü değil mi? CHP, geniş halk kitlelerinden nasıl iktidar için teveccüh bekleyecek? Bu polemik ve sağ ekolden aday gösterme geçmişte de yaşandı. Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu cumhurbaşkanlığı seçiminde, Sayın Erdoğan’a kaybetmişti. Bu durum sadece bununla da kaim değil. Abdullah Gül de bundan önceki cumhurbaşkanlığı seçiminde gündeme gelmişti.
Türkiye’de her nedense “slogan” ve “propaganda” üzerinden algılarla oynanmakta veya insanların düşünce ve görüşleri saptırılmakta. Zaten bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin en büyük zafiyeti, demokratikleşme safhasının da tavsamaya uğramasıdır. Düşük demokratik standartlardan ötürü toplumun algılarıyla oynamak, insanları manipüle etmek daha kolay olmakta. Orta gelir tuzağından tutunda tuhaf isimlerle anılan demokrasi kategorilerinden hibrit demokrasi düzeyinde olmak, hem ülkemizin uluslararası düzlemde hem de toplumsal sorunların hallinde büyük sıkıntılar yaşamasına neden olmakta.
Bu bağlamda, artık duyguların sömürüsünden vazgeçmemiz gerekiyor. Zaten son dönemlerin en popüler değeri, demokrasiyi ve toplumsal iletişimi zedeleyen post-truht’un devletler veya devlet dışı yapılar tarafından mahirce uygulanmasıdır. Neden? Çünkü insanlar bir enformasyon bombardımanına tâbi tutuluyor. Sosyal medya denen hâlen iyilik mi kötülük mü saçan mecra olduğu saptanamamış bir parametreyi de vakaya eklediğimizde, işler iyice grift bir hâle dönüşüyor.