Milyonlarca yıldır insanlığın dönüp dolaşıp kendine sorduğu ama asla kesin bir yanıta ulaşamadığı belki de dünyanın en eski sorusu “Varoluşun amacı nedir ? “.
İlk insanlar, en temel ihtiyaç olan hayatta kalma iç güdüsünü yerine getirmek için gerekli becerileri kazandıktan sonra, yani avlanmayı, toplayıcılığı, tarımı, güvenlik için mülkiyeti öğrendikten sonra, kendine ilk şu soruyu sordu. Biz burada ne yapacağız ?
Aslında ilk insanların izlediği bu doğal döngüyü, onlara göre çok gelişmiş olan bizler de izliyoruz. Doğuyoruz, büyürken temel biyolojik, fiziksel ve sosyal ihtiyaçlarımızı karşılamayı öğreniyoruz. Sonrasında olgunlaştığımızda ve ergenlik dediğimiz o döneme geldiğimizde kendimize soruyoruz. “E biz geldik buraya, yaşamayı da öğrendik, şimdi ne yapacağız ? “
Maslow da ihtiyaçlar piramitinde tam olarak bunu anlatıyor, varoluşun amacını. Adım adım en alttan üste doğru çıkıyoruz. En alt basamakta fizyolojik ve biyolojik ihtiyaçlarımız yani açlık susuzluk, cinsellik, uyku gibi şeyler var. Bir üstte çıktığımızda güvenliğe ihtiyaç duyuyoruz, yani özel mülkiyete, bir eve, bir yuvaya. Bir adım daha attığımızda ait olma ve sevgi ihtiyacına geliyor sıra, yani topluma ait olmaya, onlardan destek almaya ve destek vermeye. Bunu da oluşturduktan sonra sıra saygınlık ve statüye geliyor diyor Maslow. Bulunduğumuz toplum içinde, diğerleri tarafından benimsenmek ve önemsenmek, çünkü sadece güven yeterli olmuyor. Böylece bu saygıyla da toplum içindeki rolümüzü sağlama alıyor ve yükseliyoruz. Kendimizi garantiye alıyor, vazgeçilemez, önemli ve değerli olmaya ihtiyaç duyuyoruz. Bunların hepsini başardığımızda, para kazanıp karnımızı doyurduğumuzda, başımızı sokacak bir evimiz olduğunda, topluma uyum sağlayıp eşleşip büyüyüp yerimizi garantiye aldığımızda, güvende hissettiğimizde son adıma hazır oluyoruz. Biz burada ne yapıyoruz ?
İşte bu noktada Maslow, piramitin son basamağının insanın kendini gerçekleştirmesi olduğunu söylüyor. Buna hayatın amacını bulmak da diyebiliriz fakat ben buna anlaşılmak demek istiyorum. Çünkü nerden gelirsek, ne olursak, ne yaparsak yapalım hepimiz anlaşılmaya ihtiyaç duyuyoruz. Karşımızdakinin bizden iyi olduğunu yada kötü olduğunu düşünsek de fark etmiyor. Bizi anlaması için çırpınıp duruyoruz. O yüzden ben olayın sadece amacı bulmak olduğunu düşünmüyorum. Çünkü kendi içimizde bu amacı bulmak yeterli gelmiyor insana. Sosyal bir hayvan olan biz insanlar, bu amacı bulduğumuza dair anlaşılmak, hatta onaylanmak için de çırpınıp duruyoruz. Neden kendimize bu amacı seçtik, bununla birlikte neler yapmak, neler değiştirmek istiyoruz, hayallerimiz, umutlarımız, beklentilerimiz neler bunların hepsini anlasınlar istiyoruz.
Fakat maalesef anlaşılmak bu kadar kolay olmuyor. Keşke bir bıçakla kesip, hem kalbimizi hem aklımızı gösterebilsek diyoruz bazen. O zaman ne kadar kolay olurdu her şey. Fakat piramitin en üstüne çıkmak, göğe yükselmek maalesef o kadar kolay olmuyor.
Her gün çırpınıyoruz. Bu bedenlerimizin içinde, göğüs kafeslerimize sıkışan kalplerimizle hayata sığmaya, nefes almaya çalışıyoruz. En temel şeyler kolay oluyor. Açım dediğinizde herkes ne demek istediğinizi biliyor. Hatta konuşmanıza bile gerek kalmıyor. Sadece beden diliyle bile anlatabiliyorsunuz kendinizi. Ama ya hayat amacınızı? Ya hayalinizi, duygularınızı, umutlarınızı. Bunları anlatmak ne olacak ? Kelimelere dönebilsek bile kim anlayacak ?
Bazen en yakınlarımız bile anlamıyor. Bizi büyüten, bizi en iyi tanıyanlar bile anlamıyor. Eğer şanslıysak birkaç kişi buluyoruz bizi anlayabilecek. En azından anlayama çalışacaklarından, çabalayacaklarından emin olmaya çalışıyoruz. Böylece yaşadığımızdan emin oluyoruz. Yani gerçekten yaşadığımızdan, piramiti tırmanıp gökyüzünü ciğerimize doldurup derin bir nefes alabiliyoruz.
Doğup büyürken hayatı sadece bedenimizle yaşamaya başlıyoruz. Ben ruhumuzun sonradan doğup içimizde geliştiğine inanıyorum, her birimiz bu hayat yolculuğunda ruhlarımızı doğuruyoruz aslında. Bu ruhlar sonradan bize, yani hayata katılıyor. Eğer doğru ve ileri adımlar atarsak, kendimizi gerçekleştirirsek, kendimizi anlatabilirsek ve çevremizde bizi anlayacak insanlar bulabilirsek işte o zaman piramiti tamamlıyoruz ve hem bedenimizle hem de ruhumuzla yaşıyoruz bu hayatı. Yarım başladığımız hayatı bir bütün olarak tamamlıyoruz. Ama eğer anlatamazsak veya anlaşılamazsak işte o zaman hep bir eksiklik bir boşluk oluyor içimizde, bir yanımız bağ bahçe diğer yanımız çöl kalıyor. Ruhumuza tam anlamıyla kavuşamıyoruz ve günlerimizi sadece bedenimizle bölük pörçük, nefes alarak geçiriyoruz. Yaşadığımızı sanıyoruz.