Duygularımızı bastırıyoruz. Kimisi farkında olmadan yapıyor bunu kimisi ise bile isteye bizzat yapıyor. Ben duygularımı bastırmak istemiyorum. Bunun için yazıyorum. Profesyonelliğim yok bu konuda, belli bir kalıba uymaya çalışmıyorum. Sadece zihnimdeki fırtına, ben yazarken yerini parmaklarıma bırakıyor ve ortaya bu yazılar çıkıyor. Bize küçüklüğümüzden beri ağlamamamız öğretildi. “Suratını asma.”, “Ağlama.”… bunlar size de tanıdık geldi mi? İnsanlar mutsuzluğu hala kabullenemiyorlar. Sokak ortasında kahkahalarla gülen biri hiç yadırganmaz, fakat aynı sokağın kenarında çöküp ağlayan birine insanlar uzaylı görmüş gibi bakarlar. Belki de anlamsız, saçma geliyor yazdıklarım. Ama böyle değil mi?
İşin asıl vahim kısmı burada başlıyor olacak ki, bastırdığımız duygularımız bir süre sonra bizden de saklanmaya başlıyor. Sanki küsüyorlar bize. İçimiz susuyor, biz susuyoruz. Hevesimiz kaçıyor ve aynı tadı alamıyoruz hayattan. Tıpkı uzun süredir sigara içen birinin yemeklerden aynı tadı alamaması gibi. Bir yazımda “İnsan hiçbir şeye sahip değildir.” demiştim. Aynı fikirdeyim hala. Fakat eklemek istiyorum: İnsanın hisleri vardır. İnsan içindeki mutluluğa sahiptir, içindeki hüzne, korkuya, tutkuya, strese… ve aklınıza gelebilecek daha nice duyguya sahiptir insan. Onlar bastırıldıkça, önemsenmedikçe, küçültüldükçe imha ederler kendilerini ve işte asıl o zaman insanın sahip olduğu hiçbir şey kalmaz.