Ucunu yakalayamadığımız inşaat sektörü, hep kulak arkası ettiğimiz ‘Ah ah ! eskiden buralar böyle miydi? ‘ sözünü doğruluyor. Gerçekten eskilerde buralar nasıldı? Sizce 21. yy’ da bu cümleyi kuruyor olmamız ilerdeki tarihlerde hangi sonuçlarla çocuklarımızın önüne teşkil olacak ?
Ekolojik Dünya, Yaşanabilir Dünya vb. adı altında birçok seminerlere gidiyoruz, seminer veriyoruz. Peki, bu kadar betonarmenin yüzümüze keskin bir jilet gibi çarpmasına müsade ediyor muyuz acaba ? Pardon ! Görmezden mi geliyoruz ? 21. yy’ da öyle bir hale geldik ki; toprağın kokusunu hissedemeyen, dokunamayan hatta ve hatta Mimarlık ilkelerinden olan renk, ışık, koku, doku kavramını unutur olduk. Hayatımızın çoğunluğunu o jilet gibi yüzümüze çarpan 4 duvar betonarme içerisinde sürdürmeye devam ettik. Sonra üstüne çocuklarımız özgüvenli yetişsin, ülkesine, toprağına sahip çıksın diye at gibi koşturduk. Evet haklısınız… Bizi bu sonuca iten birçok sorunumuz var. Ekonomik nedenler, nüfus artışları, sosyal kültürel nedenler vb. Fakat bu nedenlerin hiçbiri bizi bu sonuca itmemeli…
Ekim’de bizi bizden biraz daha fazla düşünen Prof. Dr. Kongjian Yu, Ankara’da bu konuya değinmiştir. Dr. YU ‘Küçük Ayak Devrimi’ ve ‘Büyük Ayak Devrimi’ konulu iki kavramdan titizlikle bahsetmiş. Küçük Ayak Devrimi, Uzak Doğu’da kadınların geleneklerine göre çok küçük ayakkabıların içerisinde yeniden şekillendirilmesi ve doğallığının bozulması, ayağının tüm estetiğini yapay yöntemlerle kaybetmesinden türeyen bir kavramdır.
Büyük Ayak Devrimi ise, Küçük Ayak Devriminin yerine geçmesi gereken, tümüyle doğallağı ve bütünselliği savunan; doğaya en az dokunuşlarla doğanın kullanabilirliğini arttırabilen hareketler ve yöntemler anlamına geliyor.
Son birkaç yıldır yaşadığımız şehirler hızını alamadı. Her arkamızı döndüğümüz zaman yeni bir betonarme yığını beliriyor. Önünden defalarca kez geçtiğim projeler her geçişimde daha da hızlanıyor ve yakın tarihte Müteahhitlerin hep söylediği gibi ‘2022 yılının başında teslim ediyoruz ! ‘ mantığıyla hiç nefes almadan devam ediyor. O çok inandığımız imar kuralları yeterince etik kullanılıyor mu acaba ? Betonarmeler, pirpirim çiçeği gibi sulanmadan çoğalıyor, biz de ses çıkarmadan her gün yanından geçip gidiyoruz. Bir gün bunların sonucunun ne olacağını düşünmüyoruz. Ne de olsa sadece benimle düzelmeyecek değil mi ?
Peki bunun sonucu ne olacak ? Hızla artan binalar, sayısız gökdelenler, akımların peşinden koşup hevesle yaptığımız cicili bicili şehirler… Gözümüzün önünde yok olan hayat; belki büyük çoğunluğumuzu sevindirmese de hız tutkunu arkadaşlarımızı sevindirebilir.
Tüm bunları çözüm olarak görülen ‘Büyük Ayak Devrimi: Yüksek verimli ve Düşük Onarımlı Peyzaj’ kavramı, Dr. Yu’nun hazırladığı beş kentsel projede gerçekleşmiş ve maliyeti düşük, verimi yüksek olan bu projeler; hem proje sahipleri tarafından sevilmiş, hem de çevrede yaşayan insanlara rahat bir nefes olmuştur. Bu projelerde temel olarak tasarlanacak alanın doğal peyzajını koruma amacı güdülmüş, sadece insanların alanı gerektiği gibi kullanabilmeleri için bazı kentsel araçlar eklenmiş; gezinme planları oluşturulmuştur.
Ucunu yakalayamadığımız inşaat sektörü ve bunlarla birlikte hızla getirdiği yok olan doğal hayat, bizim görmezden gelip tabiri caizse 3 maymunculuk oynadığımız değişimdir. Bunca gelecek kaygısına rağmen kimse elini taşın altına koymuyor. ‘Benim yapmamla mı değişecek Dünya ? ‘ cümleleri havada uçuşuyor. Her gün bangır bangır televizyonlarda geri dönüşümle ilgili reklamlar çıkıyor. Sadece izlemekle yetiniyoruz. Öylece… Dünyanın çürüyüşünü izliyoruz. Sahi nerede hissiyatlı ebeveynlerimiz, iş adamlarımız, mimarlarımız… Dünyanın kaderine boyun eğen, dünyayı dünya yapan insanlarımız ? Nasıl olsa tek benimle dünya kurtulmuyor değil mi ? Haklısınız…