1- YARAMAZ ÇOCUK BOBY
Bubby’nin kendisi dahil hiç kimsenin bilmediği bir yeteneği vardır. Özürlü insanların çıkardığı kulağa anlamsız gelen sesleri anlayabilir. Engellilerin bakımını sağlayan bir kadınla tanışır. Bubby’den bahseder ona, tabii memelerini görmek karşılığında. Sever memelerini. Çünkü annesininkiler gibi büyüktür. Engellilere yardım etmek onu daha yumşak ve sakin bir insan haline getirir. Sevmeyi ve sevilmeyi öğrenir orada. Aynı zamanda sahneye çıkmaya devam eder. Ona olan ilgi her gün artar.
Tanrının inkarına, varsa bile ona biat etmemeye dair fikirleri tadilat halindeki kilisede tanıştığı bir adamca şekillendirilir. Kötülük probleminden yola çıkarak tanrının yokluğunu kanıtlamaya çalışır ki bu benim pek desteklediğim bir düşünce değil. Bundan ziyade bilimsel verilerle, tarihle ve dinlerin kendi içlerindeki çelişkilerle kanıtlanabilir.
Filmin sonunda Bubby’nin hemşire ile aile kurduğunu görürüz. Şirret dolu iki aileden çıkmış bu insanlar, sevgi dolu bir hayat sürüyorlardır. Burası bana biraz naif gelse de verdiği mesaj açısından kuvvetlidir.
Bubby rolünü oynayan Nicholas Hope benim izlediğim en iyi performanslardan birini sergilemiş. O hüzünlü ve şaşkın surat ifadesi hakikaten etkileyiciydi. İçinde bulunduğu durumu oldukça sahici yansıtan ve hakikaten insanı etkileyen bir yüze sahip. Kendisi bir daha o seviyeye çıkamadı. Bu arada filmde yediği hamam böceği gerçekmiş. Ayrıca filmdeki seslerin çoğu onun kulaklarına takılan mikrofonlardan kaydedilmiş ve sesleri onun gibi duymamız amaçlanmış.
Film ikilikler üzerine kurulu diyebiliriz: ebeveyn-çocuk, iyi-kötü, Bubby-Peder. Belki de evden 35 yaşında kurtulmasının nedeni de bu. Yolun yarısı çünkü. Yaşamının ilk ve ikinci yarısı birbirinin tam zıttı.
Film içerisinde birçok eleştiri barındırıyor: Fazla korumacı annelere, dinlere ve dindar insanlara, havayı kirleten şirketlere, hayvanlara eziyet edenlere, güvenlik güçlerine.
Kişinin akla gelebilecek tüm özellikleri genetik mirasının ve çevrenin etkisinin sonucudur. Her canlı gibi insanın da en büyük artısı çevreye uyum sağlama özelliğidir. İstikrarlı olmayan çevre koşullarında güçlü (fit) olmanın tanımı değişir ve en iyi uyum sağlayanı ifade etmeye başlar. Hayvanlar postları ve deri renkleriyle yapar bunu. İnsan, en azından günümüzde, değişen insan ilişkilerine göre konumunu belirleyerek hayatta kalmaya çalışır. Bubby’de gördüğümüz de bir nevi bu. Çok zekice yapmıyor, hatta içgüdüsel olarak bir şekilde uyum sağlıyor. Bir bebek gibi taklit ederek ve deneyip yanılarak öğrenmeye devam ediyor. Karakteri buna göre biçim kazanıyor. Bir bebek saflığında olması, öğrenmeye mi yoksa yönlendirilmeye mi açık olmasına neden oluyor bilmiyorum.
Hayat, ne en baştaki kadar iç karartıcı ne de son bölümler kadar naif. Hayatlarımızın ortalaması, filmin ortaları gibi. İyi ve kötü iç içe geçmiş durumda.
Bir tanrıya inanıyorsanız bile sizi anladığını, hislerinizi paylaştığını düşünmeyin. Çünkü hiçbir kutsal kitapta tanrının empati yapabildiğinden bahsetmez.
2 – The Shining
The Shining” izlediğim en başarılı en sağlam filmlerden biri. 19 yaşına kadar bu filmi izlememiş olmama inanamıyorum. Film senaryosuyla, alt mesajlarıyla, oyuncularıyla tam bir başyapıt. 1980 yılında olmasına rağmen manzaralar çok başarılı şekilde çekilmiş. Aynı şekilde Jack Nicholson’un delirmeye başladığı sahneler de pek çok farklı açıdan çekilmiş. Bunu çok beğendim. Genelde filmlerde ucu açık sonlar görmekten hoşlanmam fakat bu film bambaşkaydı. Ucu açık filmlerdeki belirsizlik mantıksızlık beni çok rahatsız eder. Fakat burada birkaç alternatif var ve düşününce film hepsine çekilebilecek bir yerde. Nereye çekerseniz çekin mantık bir şekilde oturuyor. Bunu daha önce kaç filmde gördüm bilmiyorum. Gerçekten çok başarılı. Söz etmek istediğim bir konu da Jack Nicholson ve Danny Lloyd’un oyunculukları. O kadar iyiydi ki bazı sahneleri tekrar tekrar izledim. Nicholson’un rüya görmüş gibi yaptığı sahne, barmenle konuşması, eşinin kitap yazmadığını fark ettiği sahnede yaptıkları tartışma… Sesi, tonlaması, mimikleri, hareketleri… Her şeyiyle çok iyiydi. Eşinin bazı sahnelerinden hoşlanmasam da pürüz olarak bile görmüyorum. Beğendiğim filmler arasında ilk 10’a girebilecek bir film.
3- RAW
Eğer kan ve kaba tabirle vahşet sizi etkliyorsa kesinlikle izlemeyiniz.
Bir kızın kendisiyle tanışmasını izliyoruz. Bu esnada çekilen bazı sahneler rahatsız edici fakat abartılı değil. Justine, yamyam olduğunu fark etmesiyle birlikte adeta kendisiyle savaşıyor. Bence filmi güzel yapan da bu. Açlık ve ahlaki değerler arasındaki savaş. Filmdeki en sağlam sahneler de Justine’nin kendisine ve ablasına karşı çıkmaya çalıştığı sahneler. Açlığını bastırmak işin kolay kısmı. Zor olan ise bununla savaşmak. Filmin beğenmediğim tarafları da var tabi ki. Üniversitede yapılan karşılama töreninin bu kadar abartılı olması filmi gerçeklikten uzaklaştırıyor. Justine’nin 16 yaşına kadar vejetaryenliği sorgulamaması ya da ailenin bununla ilgili hiçbir şey konuşmaması da mantıksız geldi bana. Yine de her şeyin birbiriyle benzer olduğu bu zamanda denk geldiğim sıra dışı bir film. Bu yüzden