Kapısı hep kilitli ve sadece bazi misafirlerin girdigi; hiç eskimeyen koltukları, sırf modası geçti diye on yılda bir değişen ve bana her zaman başka bi eve girmişlik hissi veren soğuk misafir odası. Gümüşlükte hiç gümüş yoktu ama daha değerli fincan takımları vardı kıbrıstan gelen. Sarı laleli perdeleri milenyumdan az once değişmişti annem, depremden hemen sonra.
Annem hep en güzel şekerli kurabiyeleri yaptığı için milenyumdada bizdeydi kuzenlerim. Segayla oynamayada gelirlerdi bazen; street fighter, mario, mortal combat vs.. Mahallede en son ben atari almıştım, anca para biriktirdim ama çok oynamadan saklamıştı annem; ” televizyon bozulursa baban seni döver” demişti. Heryerden misket çıkardı, oysa ben hep cam kavanozlarımda saklardım. Nasıl giderdi kanepenin altına bilmem. Elektrikli süpürgeden takır tukur ses gelince fırçaya hazırdım hep.
O zamanlarda beyazı severdim ama giydirmezdi annem, çabuk kirletiyormuşum. Pazar günleri çamaşırdan sonra bizi yıkardı ateş gibi suyla. Kankırmızı çıkardık, sobanın başına giderken arkamızdan bağırırdı koşmayın diye ama dinleyen kim? En küçüğümüzü havluya sarıp kendi getirirdi. Hepimizi severdi ona kıyamazdı.
Sabahları çizgi filmler bittikten sonra dışarı çıkardım. Hatice abla’ya bakkala gitmemek için merdivenleri sessiz sessiz inerdim “bi maltepe 2 ekmek” ama paranın üstünü vermiyordu, bıkmıştım bende hep yakalanıyordum.
Hergün bayram gibiydi ama bayram hergün gibi değildi. Arefe günü berberde alabluz traşı olmak için sıra beklerken uyuya kalırdım. Bayram günü jilet gibi çıkıp marlboroyu ceketin iç cebine sakladığım zaman, annem yakalamıştı agzimdaki dumanı rüzgara karıştırırken. Önce kizmadi, sanki büyüdüğümü hissetmis gibi gozleri doldu, eve gelince oklavayla düştü peşime. Allah’tan babama söylemedi…
Okuduğunuz için teşekkürler. Yeni başladım blog yazmaya kusurlarımı bildirmeniz dileğiyle..
Yasin KAYHAN