Yaşayabilmek için önce kendisini tanımalıymış insan. Mutlu olabilmek için, özgür olabilmek için, bu hayattan tat alabilmek için… Jostein Gaarder’ın da dediği gibi “Sen kendini tanımadığından neşelenmedin, huzura kavuşmadın. Eğer kendini tanısaydın, sende kimin misafir olduğunu bilirdin; memnuniyetsizlik, huzursuzluk denilen şeyler sana bir daha gelmezdi.”
Yirmi üç yaşında olmama rağmen ben de hala tanıyamıyorum kendimi. Nelerden hoşlanırım, hangi rengi severim, ne tür müzik dinlerim… Kimim?
Sahi kimim ben? Bir erkek, bir mühendis adayı, bir insan… Başkalarının beni ayırdığı sınıfların farkındayım ama yalnızca bunlardan ibaret olmadığımı biliyorum, yalnızca bunlardan ibaret olmadığımı ümit ediyorum fakat beni özel yapan şey ne? Beni diğer insanlardan ayıran, beni ben yapan özelliklerim neler, bilemiyorum.
Bir keresinde lise sona giderken sınıf hocam görüntümden başka hiçbir şeyimin olmadığını söylemişti. Sinir haliyle mi söyledi yoksa gerçekten ciddi miydi bilmiyorum ama geçmişe dönüp baktığımda hayatımda o gün ki kadar aşağılanmış hissettiğim başka bir günüm olmamıştı, eminim. Oysa ki o güne kadar kendimi tanıyan bir insandım, en azından tanıdığımı zanneden…
Olayın üzerinden beş yıl geçmesine rağmen etkisi hala aynı, kendimi sürekli kanıtlamaya çalışan ben aynı, benliğimde misafir olan memnuniyetsizlik ve huzursuzluk aynı…