Koskoca bir haftasonunu geride bırakmışlar, şimdi arabada beraber evlerine dönüyorlardı. Adam önce kadını evine bırakıp, sonra kendi evine geçecekti. Kadının içi burkulmuştu. Adamın yüzünü inceliyordu, ezbelemek istercesine. Ancak ezberlemişti her çizgisini, her kaş tüyünü veya kirpiğini… Sakallarının karışıklığı çok hoşuna giderdi yüzünde, gözlerinin yosunumsu ve puslu bir renk oluşu…
Adamın yüzüne bakmak bile mutlu etmeye yetiyordu kadının küçücük kalbini. Her insanın kalbi kendi yumruğu kadardıysa, kadının elleri küçücüktü bu nedenle kalbinin de küçük olması gerekliydi. Adamın da elleri kocamandı, bu nedenle ne büyük bir yüreğe sahip olduğunu oradan bile anlıyordu Kadın. Kadın’ın ellerini tuttuğu zaman bütün eli Kadın’ın elini kaplayabiliyordu. Kadın kolunu kanadını saracak birini bulmuştu. Kadın için Adam yara bandı değildi, hiç bir zaman da olmayacaktı çünkü Kadın yara bandı kullanmıştı daha önce, yara bandı olarak kullanıldığı da olmuştu bu modern iletişim çağı toplumunda hep birileri birilerini yaralıyor ve sonra yaralanan kişi bir süre yara bandı olarak birilerini kullanıyordu. Ama Adam ona yara bandı değil farklı bir dünyanın kapılarını aralayan ve ona bu yolda ışık tutan olmuştu ilk günden itibariyle fikir ve düşünceleriyle.
Adam bu nedenle nefesti nefesine, bu nedenle seviyordu Adam’ı. Bu nedenle onsuz kaldığı andan hemen hayal dünyasına kaçıp orada, onun dizine başını koyuyor, yüzünü inceliyor, beyin fırtınası yapıyor, gülüyor, güldürüyor, adamla ilgileniyor ve adamın da kendisiyle ilgilenmesini sağlıyordu. Tamı tamına 48 saati beraber geçirmişlerdi. Bu sürede iki kez kahvaltı etmişlerdi her seferinde Kadın Adam’a kaymak üzerine bal sürüp ekmek yedirmişti. Adam da yemişti tatlı sevmemesine rağmen, kadının hatırına katlanabiliyordu Kadın’ın hoşuna giden şeylere. Adam da seviyordu Kadın’ı ancak Kadın biliyordu ki, duygularını çift kişilik yaşıyordu. Çift kişilik bir yaşamı olmasını istiyordu. Tıpkı yanlarında büyürken örnek aldığı çift olan anneannesi ve dedesinin yaşantısı gibi olsun istiyordu. Anaerkil bir aile yapısında, tamamen dışarıya bağımsız, ancak birbirlerine bağımlı…
Kadına Adam olmadan nefes almak zul geliyordu. Onsuz gözlerini açmak, nefes almak, kahve içmek, yemek yemek, alışverişe çıkmak, güneşi görmek veya gün içinde bir şeyleri yapmak bile işkence gibiydi. Ancak yeniden evine bırakılıyor, onsuz hayatına geri dönüyordu. Zamanın oracıkta durmasını istedi kadın, kendisi Adam’a, Adam ise yosun ve puslu gözleriyle yola bakıyorken…
Evinin olduğu apartmanın önüne gelmişlerdi. Adam aracı kenara çekti. Kadın buğulu gözlerle Adama baktı, Adam da ona döndü;
“Bu kadar sulu göz olmak zorunda mısın? Bu bir veda değil, uygun olunca yeniden görüşeceğiz.”
“Her ayrılık bir veda, tekrar görüşebilme ihtimalimiz düşük. Her gün diken üstünde yaşadığımız bir ülkedeyiz. Her an her şey olabilir. Rutinimiz yok ve sen gidince ben atmosferimi kaybediyorum nefes bile alamıyorum.”
Kadının gözleri dolmuştu bu cümleleri kuruyorken, Adam onun yine abarttığı kanısındaydı ki bundan kadın hiç hoşlanmıyordu. Nasıl görmezdi kendisindeki harika çizgiyi, orta yolu bulmuşluğu, nezaketi? Kendisindeki meziyetlerin başkalarında da olduğunu mu zannediyordu? Yoksa bunları meziyet olarak mı görmüyordu Kadın anlamakta zorlanıyordu… Bu zorlanmanın yanında bir de evine gelmişti çantalarını yere attı, yatağına koştu, ağlamaya başladı; adamın kokusu üstündeydi ama yatağa sinmiş olan uçmuştu ve kadın onun yastığından onu koklayamıyordu artık, onun sıcak teni değmiyordu tenine değmeyecekti de bir süre. Kadın ağladıkça ağladı, üzüldükçe üzüldü… Adam az önce gitmiş olsa bile içi burulmuştu Kadın’ın ve Adamı çok özlemişti yanından ayrılır ayrılmaz…