1950 ile 1957 arasında yüz binlerce kişinin ortadan kaldırıldığı tahmîn edilen tasfiye nedeniyle aydınların, 1959 ile 1961 arasındaysa kırsal kesimlerde milyonlarca kişinin açlıktan ölmesi nedeniyle de köylülerin desteğini kaybeden Mao, partiyi ve iktidarını elinden kaptırmıştı. 1962 ile 1966 arasında, deyim yerindeyse, sadece kâğıt üzerindeki bir “parti başkanı” gibiydi.
Muhtemelen, başına bir şey gelebileceğinin korkusuyla, 1966 yılında, parti içindeki yaygın okur yazar düşmânlığından yararlanarak, partiyi dışarıdan kuşatmaya karar verir. Kendisini destekleyecek “devrimci bir sınıf” bulunmadığı için de, arkasına alacağı gürûhu, her okulun öğrencileri arasındaki serseri takımından seçer.
Kültür Devrimi’nin başlangıcı 16 Mayıs 1966 günü kabul edilirse de, Kızıl Muhafızlara ilk işaret 25 Mayıs günü dev hurûf ile yazılmış bir posterle verilmiştir. Bu kışkırtmadaki kilit isim, Pekin Üniversitesi’nden Nie Yuánzǐ ismindeki bir bayan felsefeciydi. Nie Yuánzǐ’nin düşmânı şeytânlaştırarak herkesi mücâdeleye çağıran posteri 1 Haziran günü radyoda okununca, bir ânda milyonlarca öğrenci Kızıl Muhâfızlar olarak sahneye çıkar. Aynı gün, Mao da, Kızıl Muhâfızlar’a hitâben bir konuşma yaparak, onları yeni bir “devrim” için görevlendirecektir.
Bütün olaylar, “devrim” denen garabetin bir merkezden bilerek ve isteyerek tasarlandığına kesinlik kazandırmaktadır. Sokaklara öldürmek ve yıkmak için çıkarılan öğrenciler, önce okullarındaki öğretmenleri ve şehirlerindeki aydınları “elleriyle koymuş gibi” bulurlar. Kızıl Muhâfızlar’ın ilk kurbânlarından biri, Xiamen’deki bir lisenin yaşlı ve tansiyon hastası öğretmeni Chen Ku-teh olur. “Devrimci” öğrencilerin, adamı nasıl öldürdüklerini merâk edenler, olayın tanıklarının anlattıklarını kolayca bulacaklardır.
Kanlı Kızıl Ağustos Her Yerde
18 Ağustos’ta Mao Kızıl Muhâfızlar’ın pazubantını takınca, iş büsbütün çığrından çıkar. “Hóng Bāyuè” denen “Kızıl Ağustos” artık her yerdedir. Çin’in bütün dünyada tanınan yegâne romancısı olan 67 yaşındaki Lao She, fecî dayak yer. Kızıl Muhâfızlar’ın ellerinden sağ kurtulmuştur ama, sonrası hayli karanlıktır. 24 Ağustos sabahında evden çıkan Lao She’nin cesedi 25 Ağustos’ta Taiping Gölü’nün kıyısında bulunur. İntihâr mı etmiştir, yoksa öldürülmüş müdür, hâlâ bilinmiyor.
Karısına göre Lao She’yi Kızıl Muhâfızlar öldürmüştür; bazıları da ceplerinden çıkan taşlara istinâden intihâr ettiğini söyler. Yaşananlara dayanamayan meşhûr çevirmen Fu Lei ile karısı Zhu Meifa ise 3 Eylül günü intihâr ederler. Kızıl Muhâfızlar’ın öldürdüğü veya onların barbarlıkları karşısında intihâr etmek zorunda kalan aydınlardan çoğunun ismi biliniyor; şimdilik Shanghái’da 704, Wuhan’da ise 62 aydının “Kültür Devrimi” ismi altındaki barbarlığı protesto etmek için intihâr ettiğini belirteyim.
Mao, Kızıl Muhâfızlar’dan aydınlara hoşgörü göstermelerini değil, onlarla savaşmalarını istemişti. Kızıl Muhâfızlar bütün cesâretlerini Mao’nun bu iktidar hırsından alıyorlardı. Çin gazeteleri ise, sanatçı ve düşünür takımını farelere benzetip, her gün, “Öldürün onları, öldürün!” şeklinde başlıklar atmaya başlamışlardı. Bunun sonucunda, Beijing’de 140 bin aydına işkence yapıldığı, onlardan 7.682’sinin de öldürüldüğü devlet tarafından resmen açıklanmıştır.
Kızıl Muhâfızlar “Hóng Bāyuè” boyunca ülkenin her yerinde katliâmlar yaptılar. Onların Daxing’de döverek öldürdükleri 325 kişiden birinin de 38 günlük bir bebek olmasına nazaran, resmî açıklamadaki 281.116 rakamına inanmak mümkün değildir. Sadece Beijing’de 1.772 “burjuva” aydının öldürüldüğü duyurulmuştur. Oysa, en iyimser rakamlarla, Beijing’de 33.695 evin basıldığını ve 85.196 ailenin şehirden kovulduğunu biliyoruz.
Olaylar esnâsında ölmeyen Kara Kategori’den hemen herkes ıslah edilmeleri için Laogai Kampları’na gönderildiler. GULAG sisteminin Çin’deki uzantısı olan Laogai Kampları için J.L. Domenach’ın haritalarına bakılabilir. Say say bitmiyor; bunlar “Sınaî Boya İmâlâthânesi” veya “Çay Çiftliği” gibi isimler altında saklandıklarından, kesin sayıları da bilinmiyor. Kamplar daha ziyâde Mançurya’nın kuzeyindeki yarı çöl bölgelerde, ıssız İç Moğolistan’da, Tibet’in insan uğramaz yüksekliklerinde, me’şûm Sinkiang’da ve sıcağı ayrı soğuğu ayrı dert Çin Koliması’nda bulunduklarından, mahkûmları ziyârete izin verildilği dönemlerde bile oralara gitmek pek mümkün değildi.
Laogai Kampları’nda ölenleri yakınlarına bildirmek gibi bir zorunluluk da yoktu. Bu yüzden Liu Shaoqi’nin 1969 yılındaki ölümünü çocukları ancak 1972 yılında öğrenebilmişlerdi. Zâten mahkûmların ölüm nedenleri ve ölüm târihleri bile şüpheliydi. Târihçi Wu Han’ın 11 Ekim 1969 günü intihâr ettiği açıklanmıştı ama, çok kişi onun söylenen târihten en az bir yıl kadar önce öldürüldüğü kanısındadır.
Kızıl Muhâfızlar, Beijing’deki 6.843 târihî yapıdan 4.922’sine ağır hasar vermişler, 33.695 evi basmışlar ve bu evlerdeki kitâbları yakmışlardır. Onların Shanghái’’da 150 bin meskene el koydukları, Wuhan’da ise en az 21 bin aydının evini bastıkları biliniyor. Lu’an’daki bir halk kütüphânesinin kitâblarını 6 saat boyunca dışarıya taşıyıp, onların üzerine 50 kilo kerosen döküp ateşe vermişlerdi.
Yünnan’da 224.023, Hubei’de ise tahmînen 400 bin kitâb yakan Kızıl Muhâfızlar’ın arkasında Mao’nun “kültür” danışmanları Jiang Qing ile yazar Zhang Chunqio duruyorlardı. Bir yazar olmasına rağmen, milyonlarca kitâbın bulunduğu Shanghái Kütüphânesi’nde sadece iki raf kitâbın bırakılmasını emreden de Zhang Chunqiao’ydu. Ancak, Kızıl Muhâfızlar’ın, bazı yerlerde beklemedikleri direnişlerle karşılaştıkları biliniyor.
Zikavei’deki târihî Cizvit kütüphânesi’ne saldırdıklarında, kütüphâne çalışanları ellerine ne geçirdilerse, barbarlara karşı koymuşlardır. Beijing Kütüphânesi saldırıya uğradığındaysa, kütüphâne yöneticisi Zhōu Ēnlái’ye telefon açarak yardım istemişti. Kültür Devrimi’nde kâğıt hamuru için ayrılan on binlerce yazmayı kurtaran cesûr kütüphâneciler de vardı. Bununla birlikte, kütüphânelere ve kütüphânecilere düşmânlık besleyen Zhang Chunqiao, onlardan pek çoğunu işlerinden atacaktır.
Bir zamanlar, bilginin, “kitapların kokusu” olarak tanımlandığı Çin, yaşları 14 ile 22 arasındaki sorunlu çocuklar kullanılarak, aydınlardan ve kitaplardan temizlenip, maalesef bir Kültürsüzlük Çölü’ne dönüştürülmüştü. Ancak, Kızıl Muhafızlar için sadece Çinli aydınlar düşmen değillerdi, onlara yok edilmesi gereken “haşerat” olarak Tibet ve Uygur etnik kimlikleri de gösterilmişti.
ÇKP REJİMİ 1949’DAN İTİBAREN UYGURLARI SİSTEMATİK SOYKIRIM UYGULADI
Çin rejiminin 1949 yılından itibaren sistematik bir biçimde Tibetlileri ve Uygurları yok etme politikası izlediği aşikârdır. 1949 ile 1952 arasında 2 milyon 800 bin, 1952 ile 1957 arasında 3 milyon 509 bin ve 1958 ile 1960 arasında 6 milyon 700 bin kadar Uygur Türkü’nün öldürüldüğü tahmin edilmektedir. 1961 ile 1965 arasındaysa büyük kısmı açlıktan olmak üzere en az 13 milyon 300 bin kadar Uygur Türkü ölmüş veya öldürülmüştür.
Buna karşın, ”Kültür” Devrimi sırasında öldürülen Uygur Türkleri için sıhhatli bir rakam vermemiz mümkün değildir. Her şey kasten kayıt dışı bırakılmıştır. Ama, Uygur topraklarında 1964 yılında başlayan nükleer denemeler sonucunda, 20 bin kadar özürlü çocuğun doğduğunu ve 210 bin kadar Uygur Türkü’nün radyasyona bağlı hastalıklardan hayatlarını kaybettiklerini biliyoruz. Doğu Türkistan’da uygulanan asimilasyon politikası yüzünden bölgenin nüfus yapısı bütünüyle değiştirilmiştir. 1953 yılında Doğu Türkistan nüfusunun yüzde 75’i Müslüman ve yüzde 6’sı Çinli iken, 1990 yılında nüfusun yüzde 53’ü Çinli olmuştur.
Uygurların toprakları müsadere edilmiş, onlardan birinci sınıf kategorisindekiler Çinli yöneticilere, ikinci sınıf kategorisindekiler ise Çinli göçmenlere verilmiştir. Uygur nüfusunun önemli bir kısmı “köle emeği” olarak GULAG sisteminin devamı olan çalışma kamplarında yaşamaya mahkûm edilmiştir. Doğum kontrolü ve doğan çocukların annelerinden alınarak “devlete verilmesi” huşusundaysa çok sayıda tanık beyânı bulunuyor.
“Kültür” Devrimi’nde Uygur okullarındaki eğitime ara verilmiştir. Okulların pek çoğu da 1978 yılına kadar kapalı kalmıştır. Uygur Alfabesinde 1966 ile 1976 arasında esaslı değişiklikler yapılarak da insanların okuma, öğrenme ve bilgi edinme özgürlükleri engellenmiştir. Şâyet Doğu Türkistan’da görevli olan bir Çinli yetkilinin canı biraz eğlenmek isterse, bir DTürkistanlı Uygurun idâmı için kolayca bahane yaratabilmekteydi.
Buna misal olarak, Tohtı Ayub, Tanrının Hükmi isimli romanında, bir at arabasının, duvardaki Mao’nun resmini çizdi diye, arabanın sâhibi olan yoksul ve cahil Uygur köylüsünün bir politik mahkûma dönüştürülerek idam edilmesini vermektedir. Uygur Türkeri’ne husumetin iktisadi politik dayanağıysa, bölgenin petrol, volfram, altın, kömür ve uranyum yatağı olmasıdır. Çin’deki 148 madenin 118’inin Doğu Türkistan’da çıktığı resmî açıklamadır.
Çin’in Tibet düşmanlığı ise çok daha eskidir. 1949 yılından sonraysa yıkılmayan manastır, yakılmayan kütüphane kalmamıştır. Jean-Louis Margolin, “Kültür” Devrimi’nin ertesi günü Tibet’teki 6 bin 259 ibadethaneden ancak 13’ünün ayakta kalabildiğini yazar. 1949 ile 1979 arasında 1 milyon 207 bin 387 Tibetlinin öldürüldüğü iddia edilmektedir. Bu da, 1959 ile 1963 arasında Tibet nüfusunun yüzde 3’ünün öldürüldüğü anlamına geliyor.
1949 ile 1979 arasında her on Tibetli’den biri çalışma kamplarına gönderilmiştir. Bilinen 166 kamptan dışarıya pek az kişinin sağ çıkabildiği söylenir. Özellikle Amdo bölgesi 1955 yılından beri sistemli bir biçimde ormansızlaştırılmıştır. 50 milyondan fazla ağacın kesildiği araziye ise 90 kadar nükleer savaş üssü kurulmuştur. Bugün bölgedeki radyoaktif atığın ölçülemeyecek derecede yüksek olduğunu biliyoruz.
Bunun sonucundaysa ekolojik denge bozulmuş, yabanî yak, kiang, dzo ve Moğol atı gibi hayvan türleri ise artık yok olmak üzeredirler. Ayrıca, Tibetli kadınların zorla kısırlaştırıldıkları da aşikârdır. Meselâ, sadece 1983 yılında Kham ve Amdo bölgelerinde 2 bin 415 kadın zorla kısırlaştırılmıştır. Zorla kısırlaştırma, zorla kürtaj ve zorla göç gibi nedenler sonucundaysa, bazı bölgelerdeki Tibetli nüfusu “turist sayısı” kadar kalmıştır.