3. ANTİK DÖNEMDE SOKRATES SONRASI YAŞAM FELSEFESİ

1. Sokrates ve Yaşam

Sokrates’in felsefesi bugün bizim kabul ettiğimiz bir mirası ifade etmektedir. Felsefenin belirli bir çizgi içinde gelişiminden bahsedebiliyorsak, bunun ancak felsefeyi belirli tanımlar ve bir yöntem içinde yapan bu filozof sayesinde olduğunu söyleyebiliriz. Elbette böyle bir başlangıcın ne kadarının gerçekten Sokrates’e ait olduğunu bilmiyoruz. Çünkü yazılı bir eser bırakmamıştır. Ama bu anlatmak istediğimiz konular için önemli değildir.

Sokrates’in yaşamı destansıdır. Ama bunun yanında oldukça da sıradandır. Destansılığı onun felsefesinin bilgiye yönelik tutkusunda gizlidir. Bu tutku, karşısındaki bütün bilginleri alt etmesine neden olmuştur. Buna karşın bu bilgi haricinde Sokrates’in en azından Yunanlı için hiçbir önemi yoktur. Alt tabakadan gelmesi, çirkin olması, Yunanlılar için üstün olmaya engel olan hususlardı. Kendilerini tanrılarla kıyaslayan bir bakış açısında bunlar önemli özelliklerdir.

Yukarıda bahsettiğimiz Nietzsche’nin de hoşlanmadığı, sanıyoruz ki, hayatın Sokrates’in bakış açısında da aynı şekilde tasnif edilmesidir. Sokrates hayatın fiziksel görünüşü olarak doğayı önemsemeyerek bilgiyi ön plana çıkarmıştır. Bu bilgi özünde haddini bilmeye dayalıdır. Kendini bil sözü Yunanlı için oldukça önemli bir yerdeydi. Buna karşın Yunanlının kahramanları kendini bil sözüne rağmen sınırları zorlayan ve bunun için de trajediyi kendileri yaratan insanlardı.

Sokrates felsefede tanımayı ya da bilmeyi mantıksal çıkarımlara dayalı olarak açıklamak istemiştir. Tümevarım ve diyalektik denilen metot onun felsefesiyle beraber hayatın kendisinden alınıp iki kişinin karşılıklı tartışmasında kullanılan yöntemler olmuşlardır. Örnek vermek gerekirse Menon diyalogundan bir alıntı yapalım:

“Güzel. Erdemler için de aynısını söyleyebiliriz. Ne kadar çok, birbirinden ne kadar ayrı olurlarsa olsunlar hepsinde bir olup bunların erdem olmalarını sağlayan genel bir öz vardır. Erdem nedir sorusuna verilecek cevabın doğru olabilmesi, erdemin ne olduğunun anlaşılması için bu öz, göz önünde tutulmalıdır. Ne demek istediğimi iyice anladın mı?”

Sokrates’in bu öz arayışı felsefenin vazgeçilmezlerinden olacaktır. Buna karşın öz, yaşamın kendisini görmekten alıkoyan, en azından yaşamı olduğu gibi kabul etmeyip onu bir öz arayışı altında inkâr eden bir felsefe anlayışının ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bunu daha iyi anlayabilmek için ölümün trajik olmaktan çıkıp da bir nevi insanın ölümsüz olmasına dönüştürülen Sokrates’in son anlarına bakmamızda fayda vardır. Sokrates ölümle karşılaşmaktan ziyade ölümü mantıkla yenmeye çalışan birisidir. Onun için ölümden korkmanın bir anlamı yoktur. Hâlbuki ölüm karşısında duyulan korku yaşamın trajikliğini ifade ettiği gibi yukarıda bahsettiğimiz üzere sanatın da bu ölüm karşısında mücadele sonucu ortaya çıktığını söylememiz gereklidir.

3.2. Yaşamın Rasyonelleşmesi

İnsanın kendi bakış açısına göre hayatı yorumladığına şüphe yok. Hayatın kendisinin de öyle olup olmadığını bilmiyoruz. Bu bir sorundur. Bunun sorun olduğu şüphecilerin çıkmasından da anlaşılabilir. Kısmen yukarıda belirttiğimiz gibi yaşamı olduğu gibi kabul etmek ilk planda doğum ve ölümün olmasını kabul etmek demektir. Felsefecilerin elinde bu döngü rasyonel ya da bilimsel bir anlayışa tabi tutuldukça doğum ve ölüm, oluş ve yokoluş şeklinde yeni bir tanımlamayla anlaşılmaya çalışılmıştır. İlk filozofların yaptığı değişimin, oluşun ardında aynı kalan maddenin, aynı arkenin olmasıyla açıklanmıştı. Böylece aslında hem oluş olarak doğum hem de yokoluş olarak ölüm görünüşe indirgenen bir şekilde açıklanmış oluyordu. İşte bu görünüş denilen tanımlama felsefede dualizm, öz, cevher gibi diğer birçok kavramın meydana çıkmasına da neden olacaktır.

Yaşamın görünüş olarak düzenlenmesi, ayrı bir yaşamın, tanrıların olduğu bir yaşamdan ziyade insanın olduğu bir öte dünya inancının olmasına da imkan tanıyacaktır. Özellikle Eflatun’un bu öte dünyaya ulaşmak için felsefeyi ama belirli türde bir felsefeyi kullandığını söylemeliyiz. Dionysos’ta kullanılan duyguların etkisine insanın kendisini doğrudan bırakmasıdır. Bir nevi, olayı anlamak için akışı durdurmak isteyen akla karşı bir duruşu ifade etmekteydi bu. Platon kendi ahlak anlayışında ve devlet düzenindeyse ölçülülüğü en temel erdemlerden bir tanesi olarak kabul etmiştir. Böylece doğadaki çeşitlilik, çelişki çoğul olma, değişim gibi kavramların hepsi akılsal bir çerçeveden değerlendirilerek bir bakıma sahte olarak görülmüştür. İnsana bu sahtelikleri yaşatan beden ve dünya da birer hapis olarak görülmüştür. Şimdi burada dikkat etmemiz gereken husus Dionysos gibi bir bakış açısından tamamen Apolloncu bir bakış açısına geçilmesidir.

Rasyonelleşmenin birtakım temel kavramları olduğunu unutmamak gereklidir. Harmoni, gaye, kozmos gibi kavramların olmasına dikkat etmeliyiz. Bu kavramlar bir şekilde rasyonelleşme içinde açıklanmışlardır. Bir diğer ifadeyle bu kavramların olması rasyonellikle ilgili olduğu gibi rasyonelliğin de varolması bu kavramlarda kendisini göstermek biçiminde olmuştur. Eflatun felsefesinde harmoni, gaye, kozmos gibi kavramlar matematiksel bir düzen içinde ifade edilmesi gereken kavramlar haline gelmişlerdir.

Sorularımızın başında gelmesi gereken husus, yaşamın öte bir yaşamı yani sonsuzluğu ve değişmezliği ifade eden bir kapı olup olmadığıdır? Felsefecilerin rasyonellik dedikleri husus aslında böyle bir sonsuz dünyanın bize sunulmuş olması mıdır?

Bu önemli sorun Eflatun’un öğrencisi büyük filozof Aristoteles’te göz ardı edilir. Aristoteles realisttir. O, varlığı akılla kavramanın -eğer akıl sahibi olmamızdan şüphe duymuyorsak- doğal olduğunu söylemektedir. Bunun için hocası gibi öte dünyanın anahtarını sunan aklın içine kapanmaz. Onun yaptığı şey, doğayı olduğu biçimde izleyerek ama aklın belirttiği biçimde yani olması gerektiği biçimde düşünüp daha sonra gözlemleyerek felsefe-bilim yapmaktır. Aristoteles, mantığı konuşmaya ya da retoriğe indirgemez. Aristoteles bunu aşar. Mantık, bu filozofun elinde varlığın tasnif edilmesinde ilkelere dayalı bilim haline gelir. İlkeler akılca bulunan ama varolanların anlaşılmasında şüphe duyulmaması gereken ölçülerdir.

Aristoteles’in varolanları tasnif edişi gaye kavramıyla beraber renkli bir hal alır. Hocasının kozmosundaki matematik düzen onda gayesel düzen olarak düzenlenir. Aslına bakılırsa kozmos varlığın neden hareket ettiğini, hareketin nasıl devam edip aynı kaldığını açıklayan bir kavramdır. Aristoteles’in gayesi, doğa olaylarını ileriye doğru giden bir işleyiş içinde ele almaktır. Bu durum, bir insanın yola çıkmasının temel sebebi bir yere varmak içindir demek gibidir. Öyleyse varılacak yer gaye haline gelecek kadar önemli olmalıdır.Yaşam bir şey olmak için hareket eden canlıların toplamıdır. Burada Aristoteles’in bireyci yaklaşımına dikkat etmek gerekir. Aristoteles her varolanın bir gelişim süreci içinde olmasını, o varlığın kendisi olmak için gösterilen bir çabaya bağlar. Bebek olgun bir insan olmak için hareket eder yani gelişir, yaşamını sürdürür. Bunun için evlenmek, sitede olmak, felsefe yapmak varolan olarak insanın en yetkin haline ulaşması için aşılması gereken aşamalardır. Bir tohumun fidana daha sonra da ağaca dönüşmesi de benzer aşamaları ifade eder. Bu türden bir gelişimi doğadaki her canlıya yayabiliriz.Ama elbette felsefe yapmayı insana özgü olan olarak tutarız.

Sokrates’ten sonra gelen filozofların kendilerinden öncekilere nazaran rasyonelliklerini ön plana çıkardık. İki tür rasyonelleğin olmasından bahsedebiliriz: Organik ve mekanik. Bu türden bir tasnif genelde doğa için kullanılmıştır. Buna karşın bu tasnifin kendisi doğaya ilişkin bakış açısını ifade eder, yoksa bizzat doğanın kendisini değil. Burada kendimizi biraz geriye çekerek şunu sorabiliriz: Acaba doğayı mekanik bir işleyiş içinde hareket eden, daha doğrusu hareket etmek zorunda kalan bir yer olarak mı yoksa bir şey olmak isteyen bir varolanlar topluluğu ve toplamı olarak mı görmeliyiz? Acaba hangi bakış açısı bizim için daha uygun?

Antik dönemde bu filozofların rasyonelikllerinde dahi şu husus değişmez: Doğa kendisinde bir anlama sahiptir. Yani ona müdahele edilmesine gerek yoktur. Bunun için doğayı anlamak, insanın doğayla olan ilişkisini hatta kendi varlığını anlamak için bile oldukça önemlidir. Burada belki de şu düşünceyi ,insanın düşünme biçimini açığa vurarak itiraf etmiş oluyoruz: İnsanın rasyonelliği aslında kendisini merkeze almaya meyillidir. İleride göreceğimiz gibi mekanik doğa anlayışı insanın kendisini merkeze alan bir düşünceyle başlar. Organik doğa anlayışı insana açıktır. Sanki doğa kendi işleyişinin düzenini ve güzelliğini insanla paylaşmak lütfunda bulunmuştur.

Bütün Orta Çağ felsefesi bu lütfu anlamak için çaba sarfedecektir. Çünkü artık felsefenin yanına ve hatta önüne iki büyük din, Hristiyanlık ve İslamiyet geçmiştir. Felsefenin düzenleyeceği bir din ile felsefenin düzenleneceği din arasındaki gerilim bütün Orta Çağ yaşamını belirleyen önemli hususların başında gelecektir.

YANLIZ1MESTYY
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
Sadece okuyun
Sonraki
Gökyüzün'de Kaybolan Yıldız

Gökyüzün'de Kaybolan Yıldız

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.