Başlıktan yola çıkarak istatistikler ve durum analizleri içerikli bir yazı olmayacak okuduğunuz. Daha çok tüketim alışkanlıklarımız üzerine siz okuyucuları biraz düşündürmek amacım. Sizce gelir düzeyiniz, eğitim durumunuz, kültür seviyeniz, alt kimlikleriniz tüketim alışkanlıklarınızı etkiliyor mu? Eğitimden kastım üniversite mezunu olmak değil, zira ülkemizde diploma sahibi olmak eğitim adına bir kriter değil maalesef. Kastım daha çok kişisel gelişim, öğrenebilme ve gelişme yeteneğiniz. Aslında yukarıda belirttiğim ögeler tüketim alışkanlıklarını doğrudan etkileyen faktörler.
Hadi konunun derinliklerine dalalım biraz
Telefonunuza bireysel maddi gelirinizin ne kadarını ödediniz? 1,2,3 aylık maaşınız? Telefon, tablet, laptop, saat… Bunları da katalım hatta bu sorunun kapsamına. Telefon, tablet ve laptoplarınızın bütün özellikleri, ya da çoğu özelliği ihtiyaçlarınızın ne kadarını karşılıyor? Bu sorunun cevabı için istatistiklerin pek de önemi yok. Oldukça üzücü bir gerçek ki, Türkiye’de gelir düzeyi farketmeksizin sahip olduğunuz teknolojik aletlerin çoğu, ihtiyaca göre değil, yeni modellerinin çıkmasına bağlı olarak değişiyor.
Yani, birçoğumuz telefonlarımızı ihtiyaca göre değil, sosyal kabul edilme zaaflarımızı karşılamak için, en ileri modellerine yöneliyoruz. Ya da saatlerimiz? Zamanın değerini sizce ne kadar biliyoruz ya da ne kadar verimli kullanıyoruz? Yoksa yalnızca aksesuar olarak mı kullanıyoruz? Saati öğrenme ihtiyacımızı, bir vazgeçilmez olan telefonlarımızdan da öğrenebiliriz oysa. Esasında bu, toplumsal bir refleks. Elbette, bunun önüne geçebilmek için öncelikle bu sorunsalın farkında olmak gerekiyor. Bu neden mi sorun? Çünkü bu, modern dünyada sosyal kabullenilme bağlamında uzun vadede adeta sonu belli bir yarış, bir kısır döngü.
İşin bir başka boyutu, giyim kuşam alışkanlıklarımız
Kıyafetlerimizi, ayakkabı ve çantalarımızı belirli mağaza ve markalardan almak, yine sosyal etiket ve kabullenilme ihtiyacının bu kalıplar üzerine inşa edilme çabasının bilinç altında bir reflekse dönüşmesinden kaynaklanıyor. Elbette bu bir bireysel tercih, ancak özellikle genç jenerasyon, bunu bir takıntı haline getirmiş, özellikle beyaz yakalılarda da bir saplantı haline gelmiş durumda. Sosyal statü arttıkça, bu belirli kalıplara uyum sağlama ihtiyacı da paralel olarak artıyor. Elbette burada sözü edilen marka kullanmamak değil, ancak belirli türde ürünleri seçerken, hangi sebeplerle bu ürün tercihini yaptığımız.
Aynı konunun bir başka boyutu, bu kıyafetlerin tüketiminin terk edilip elden çıkarılması süreci. Çöpe mi atıyorsunuz? Oysa kıyafetlerimizin geri dönüşümünü sağlayan atık çöp kutuları var. Hatta daha da elzemi, bu kıyafetlere delicesine ihtiyaç duyacak kadar açlık sınırının altında olan insanlar. Bu, toplumun bir kanayan yarası olsa da, çoğumuzun üzerine düşünmediği bir gerçek. Ayrıca, bu eşyaların elden çıkarılması da çoğu zaman eskimesi değil, modasının geçmesi ya da artık tercih edilmemesi. Yani yine tüketim süresinin bitmiş olması (bundan kastım kıyafet veya giyim malzemelerinin eskimesi, yırtılması, renk değiştirmesi gibi durumlar) ürünün kullanımının bitmesi ve elden çıkarılmasında bir etken değil.
Tüketim alışkanlıklarımızın bir başka kolu da gıda
İsrafın özellikle kafe ve restoranlarda had safhada olması bu durumun en bariz örneği. Özellikle müsriflik konusunda çok daha hassas olması gereken muhafazakar kesim, Ramazan ayında iftar sofralarında, evlerinde veya restoranlarda farketmeksizin, adeta bir ziyafete dönüştürüyor. Çorbalar, ara sıcaklar, envai çeşit içecekler, türlü türlü salatalar, mezeler, et/tavuklu ana yemekler, sonrasında meyve veya tatlı (hatta bazen ikisi birden)… Sizce bu sofranın, özünde bir nefis hakimiyeti ve yoksulun halinden anlamak, empati kurmak amacı olan Ramazan’ın mantığı ile bağdaşması ne kadar mümkün? Mesela, din alimleri, bu sofralar başında oruçlarını açanların oruçlarının sahihliği hakkında ne düşünüyor? Sahiden hangi birimiz bu sofralardan tıka basa doymuş olduğu halde tabağını bitirerek kalkıyor? Bu durum azımsanacak kadar ufak bir boyutta değil. Aynı durum birçok kafe ve restoranlarda tükettiğimiz yiyeceklerde de geçerli.
Geri dönüşümün önemi
Yine bir başka mesele, atıklar ve çeşitli ev eşyaları olan cam, kağıt, pil ve plastiklerin ayrıştırılarak geri dönüştürülmesi konusu. Son dönemde İstanbul’da yaygınlaşan ayrıştırma ve geri dönüştürme (İstanbul dışında ne derece yaygın bilemiyorum) uygulamaları bize çevreye ve temizliğine yardımcı olmamızı sağlıyor. Buna destek vermek ise bizim elimizde. Tüm bunlara ek olarak, atık yağların ayrıştırılması ve bu yağların, hatta bazı belediyelerce pillerin toplanması da ayrı bir katkı. Tüm bunları düşünerek, daha sağlıklı ve daha uzun ömürlü bir hayata katkı sağlamanız sizce bu dünyada güzel bir iz bırakması sağlamaz mi? 1 kişi dünyayı kurtarabilir mi? (Kimimize göre evet.) Belki hayır, ancak bir kişi çevresine örnek olabilir, bu insanlar kendi çevrelerine örnek olabilir derken, çok fazla sayıda insanı etkileyerek fark yaratmak mümkün. Bu durumda bir kişi, aslında çok kişi demek.
Sözün özü, dünyayı kurtaran kahramanları önceki yüzyıllarda bıraktık. Yeri yerinden sarsan değişiklikler belki mümkün, belki mümkün değil. Ancak bir fark yaratmak? Evet, elimizde azımsanmayacak bir kudret var; ve bu kudret, gelecek nesillere bırakılacak önemli bir miras. Konu üzerine düşünmeniz ve harekete geçmemiz dileğiyle.
Önerilen İçerik: Moda Sektörünün Geleceği Kiralık Kıyafetler Olabilir mi?