Ahlak kavramı sizde neleri çağrıştırıyor? Ben, ahlakın ayırt etme gücüne sahip her canlının sahip olduğu, kendisinden ayrılmaz bir parçası olduğuna inanıyorum. İnsanın ruhunu gösteren bir ayna… Bu kavram göreceli tanımlarla ifade edilse de neticede değişmeyen tek şey yine öznedir. Cinsiyet, yaş, statü, coğrafya ayırt etmeksizin her bireyin sahip olması gereken, kendisiyle ve diğer bireylerle daha ılımlı ilişkiler sürdürebilmesini kolaylaştıran bir etken. Ne kadar basit bir tanım değil mi? Siz zaten biliyorsunuz ahlakın tanımını. Şöyle bir göz ucuyla satırları okuyunca hatırlıyorsunuz. Belki yıllar önce sınavda sorulacak korkusu ile defalarca okuyup harfi harfine ezberlediğiniz ve işi bittikten sonra belleğinizin en ücra köşelerine attığınız bir kelime. Belki de bu nedenle söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmayan, tutarsız bir toplumuz.
Hayatı sadece bizi korkuttuğu, öfkelendirdiği zaman ciddiye aldığımız için. Ezberciyiz, öğrenmekten yoksunuz. Başkalarını eleştirecek zaman bulurken kendimize zerre toz kondurmuyoruz. Ön yargılarımız, belli başlı kalıplarımız varken düşünmeye, değişmeye, değiştirmeye tenezzül bile etmiyoruz. 21. yy ‘ da yaşıyoruz. Fakat hâlâ ahlak, namus, ayıp, yasak, günah kavramlarının ne anlama geldiğini bilmiyoruz. Öğretilenleri doğru, yanlış ayırt etmeden tekrarlıyoruz. Bize sunulan kalıplara girerek zihnimizi başkalarının şekillendirmesine izin veriyoruz. Üstelik buna da ahlak diyoruz. Sorgulamadan itaat etmek, sevgi ve saygıyı öne sürerek zehirli düşünceleri benimsemek olsa olsa ahmaklık olur. Ahlak; insanın zihni, kalbi ve vicdanı ile dost olabilmesidir. Diğerlerinin girdiği kalıplara girmek insanı ancak kendi ahlakından soğutur.
Bütün bunlardan yola çıkarak değinmek istediğim asıl husus şu ki: Ahlakın ve toplum düzeninde etkin olan manevi kuralların büyük çoğunluğunun kadınlara mal edinilmesi ve bu yanlış düşüncelerin aksini iddia edenlerin dahi eylemleri ile savundukları düşünceyi çelişkili hale getirmesi. Bu kavramlardan kendini soyutlamış kişilerin kendi ahlaklarını, namuslarını, ayıplarını eşlerinin, kız kardeşlerinin, çocuklarının üzerine yüklemesi ve bu yanlış düşünceyi sıkı sıkıya sahiplenmesi. Öyle ki kuralların katılaştığı daha küçük coğrafyalarda yaşayan kadınlar bu çarpık düşüncelerin esiri olmuş vaziyette. Doğdukları andan itibaren susmaya, boyun eğmeye, başkalarının kendileri için yazdığı kadere karşı gelmemeye şartlandırılmış; gözü açılmasın diye okula gönderilmeyen, parası ve itibarı için babası yaşında adamlarla evlendirilen, evlendikten sonra da öncesinde olduğu gibi köle gözü ile bakılan, istekleri, düşünceleri, hatta kimlikleri yok sayılan… Şımarmasın, yüz bulmasın, yerini bilsin mantığı ile tek güzel söz söylemeyen, sevgi ve saygı göstermeyen babanın, kocanın, eşin dostun yere göğe sığdıramadığı ahlakı bu mudur?
Uzaktan uzağa ayıplamanın, çaresizce beklemenin hiçbir anlamı yok. Bu anlamda bilinçli insanlara büyük görevler düşüyor. Zihinsel gelişimin %80’inin tamamlandığı 0-5 yaş aralığında ebeveynler çocuklarını her açıdan izlemeli, bilinçaltında oluşabilecek zararlı alışkanlıkların ileride kişiliklerine kötü etki etmemesi için tedbirli davranmalılardır. Bilinç ile farkındalığın erken ve sağlıklı gelişebilmesi için ebeveynlerin her ikisiyle de iletişim güçlü tutulmalı, ev içinde ufak tefek iş paylaşımları yapılmalıdır. Eğitimciler, psikologlar çalıştıkları bölgelerde gönüllü konferanslar düzenleyebilir; aileleri bu anlamda bilinçlendirebilirlerse ve okullarda verilen eğitimler daha yararlı hale getirilebilirse küçük ama faydalı bir başlangıç yapılmış olur.