Adolf Hitler’i küçümseyen İngiltere ve Fransa, bu vahim hatalarına katlanmak zorunda kalıyorlardı. Diplomatik olarak Hitler’i tutabileceklerini düşündüler. Hitler de bundan cesaret alarak Avrupa’nın fethine başlıyordu. Müttefik kuvvetler Polonya işgalinde 1. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, çatışmaların siper savaşı halinde olup bir yerden sonra tıkanacağını düşünüyordu. Halbuki Almanlar savaş kurallarını yeniden yazıyor, Stuka’ların attığı bombalar adeta yıldırım gibi düşüyordu.
Danzig Koridoru Sorunu
Almanya’nın bir eyaleti olan Doğu Prusya, anavatanın geri kalanından Danzig Koridoru ile ayrılmıştı. Üçüncü İmparatorluk’un toprak bütünlüğünün olmaması elbette Hitler için katlanılmaz bir şeydi. Südet bölgesini kurşun atmadan alan Hitler, gözünü şimdi de bu utanç abidesine dikmişti. Versay Antlaşması sonrası koridor Polonya toprağı haline geldi. Çoğu Alman vatandaşı Danzig ve çevresinin de Almanya’ya dahil edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Danzig, nüfusunun %95’i Almanca konuşan önemli bir liman kentiydi. Bu da Lebensraum’un bir parçası olmak için fazlasıyla yeterliydi. Versay anlaşmasıyla Almanya’dan ayrılmış ve ismen Bağımsız Danzig Şehri olmuştu. 1937’den itibaren Almanya bir yandan Danzig için ısrarını artırırken bir yandan da Danzig Koridoru boyunca Doğu Prusya’yı Almanya ana karasına bağlayacak bir otoyol yapılmasını önermekteydi. Öneriyi kabul etmenin, Almanya’nın daha fazla isteklerde bulunması ve sonuçta Çekler gibi tamamen ortadan kaldırılmaları sonucunu doğuracağından çekinen Polonya öneriyi reddetti. İngilizler de Almanya ve Polonya arasındaki gerilimin farkındaydılar. 31 Mart’ta, İngiltere ve Fransa Polonya’nın toprak bütünlüğünü koruyacaklarını ilan ettiler.
Diğer taraftan, İngiliz Başbakanı Neville Chamberlain Hitler’le Danzig konusunda bir anlaşmaya varma umudu taşıyordu ve Hitler de aynı beklenti içindeydi. Chamberlain ve destekçileri savaşın önlenebileceğine inanıyorlardı ve Almanya’nın, Polonya’nın geri kalanını rahat bırakacağını umuyorlardı. Gerilim tırmanırken Almanya daha saldırgan bir diplomasi izlemeye başladı. 28 Nisan 1939’da Almanya, 1934 tarihli Almanya-Polonya Saldırmazlık Paktı’ndan ve 1935 tarihinde imzaladığı Londra Deniz Antlaşmasından tek taraflı olarak çekildi. Bu arada Danzig ve koridor üzerine yapılan görüşmeler sekteye uğradı ve aylar boyunca Almanya ve Polonya arasında diplomatik ilişki kurulmadı. Bu dönemde Almanlar, İngiltere ve Fransa ile Sovyetler Birliği arasında Almanya’ya karşı ittifak kurma çabalarının sonuçsuz kaldığını ve Sovyetlerin Almanya’yla Polonya’ya karşı bir ittifak yapma peşinde olduklarını öğrendiler.
23 Ağustos’ta Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı’nın imzalanmasıyla Almanya, Polonya’ya karşı yapılacak bir sefere Sovyet müdahalesi ihtimalini ortadan kaldırınca savaş kaçınılmaz oldu. Paktın gizli bir protokolüne göre de Avrupayı kendi aralarında nüfuz bölgelerine ayırdılar ve Polonya’nın da batı 1/3’lük kısmının Almanya’ya, doğu 2/3’lük kısmının Sovyetler Birliğine katılması konusunda uzlaşmaya vardılar. 29 Ağustos’ta Alman sabotajcılar Tarnow tren istasyonuna bombalı saldırı düzenleyerek 21 yolcunun ölümüne, 35 yolcunun yaralanmasına neden oldular. 30 Ağustos’ta Polonya Donanması muhrip filosunu olası bir Alman saldırısından korumak için İngiltere’ye yolladı. Aynı gün Polonya Mareşali Edward Rydz-Śmigły seferberlik ilan etti. Ancak, Alman birliklerinin Polonya sınırında yığıldığını göremeyen ve hala diplomatik bir çözüm bulunabileceği umudunu taşıyan Fransa, emri iptal etmesi yönünde baskı yaptı. 31 Ağustos gecesi Alman ajanlarınca Gleiwitz Vakası tertip edildi. Aynı gece Hitler, ertesi gün saat 04:45’te Polonya saldırısının başlaması emrini verdi. Fransa’nın müdahalesi yüzünden Polonya ordusunun sadece %70’i seferber olabilmişti ve birçok birlik hala cepheye hareket halindeydi.
Gleiwitz Vakası
31 Ağustos 1939 saat 4’te Naujocks’a Berlinden “büyükanne öldü” kodlu bir çağrı gelir ve gece, Naujocks’un liderliğinde Polonya üniformaları içindeki bir grup Alman ajanı Gleiwitz istasyonunu ele geçirerek Lehçe Alman karşıtı bir yayın yaptılar. Almanların amacı saldırıyı Alman karşıtı Polonyalı sabotajcıların yaptığı izlenimi vermekti. Saldırıyı daha da inandırıcı hale getirmek için Almanlar, Alman asıllı bir Silezyalı olan ve Polonyalılara duyduğu sempati ile bilinen ve önceki gün Gestapo tarafından tutuklanmış olan Franciszek Honiok’u yanlarında getirdiler. Honiok, sabotajcı gibi görünecek şekilde giydirilmiş, zehirli iğneyle öldürüldükten sonra kurşun yaraları oluşturulmuş ve cesedi olay yerinde bırakılmıştı. Böylece, istasyona saldırırken öldürülmüş gibi görünecekti. Cesedi daha sonra polise ve basına kanıt olarak sunuldu. Bu sabotaj sonrası 2. Dünya Savaşı’nın ilk muharebesi olan Westerplatte Muharebesi başladı. 1 Eylül de taarruza başlayan Almanya, Polonya’ya savaş ilan etmeksizin saldırdı. Bu sebeple uluslararası hukuka aykırı bir saldırıdır. 3 Eylül’de İngiltere ve Fransa’nın Almanya’ya savaş ilan etmesiyle 2. Dünya Savaşı resmen başladı. Ancak Müttefikler tam olarak bir taarruza geçmedi. Çünkü savaşın bir siper savaşı halinde olup tıkanacağını ve Polonya’nın kendisini en az 2-3 ay savunabileceğini düşünüyorlardı. Ancak 6 Ekim’de Polonya’nın batısının Almanya, doğusunun da Sovyetler tarafından işgali tamamlanınca, Blitzkrieg’dan haberi olmayan Müttefikler tehlikenin büyüklüğünü sezmeye başladı.
Blitzkrieg (Yıldırım Savaşı)
Yıldırım Savaşı, II. Dünya Savaşı sırasında Almanların temel savaş doktrinidir. Doktrinin amacı hızlı ve ani saldırılarla, düşmanın düzenli bir savunma kurmasını engelleyip sonra da hızlı bir şekilde yok etmektir. I. Dünya Savaşı’nda uygulanan siper savaşı yöntemine karşı geliştirilmiştir. Tankların, uçakların ve zehirli gazların gelişmesiyle siper savaşları terk edilmeye başlanmış, daha çok hareketli savunmaya geçilmiştir. Almanların bütün savaş araçları bu doktrin üzerine üretilmiştir. Blitzkrieg doktrinin başarılı olabilmesi için dört önemli koşul vardı: iyi arazi, iyi hava desteği, iyi lojistik ve iyi eş güdüm. Yıldırım Savaşı doktrini, iki temel prensip üzerine inşa edilmiştir. Bu prensiplerden biri tankların birincil savaş aracı olarak kullanılmasıdır. Askeri çevrelerde o yıllardaki genel kabul gören prensibe göre tanklar, piyadeyi destekleyici bir unsur olarak kabul edilmektedir. Bu prensibe göre tanklar, piyade birliklerine dağıtılmakta, muharebe sırasında piyadenin ilerlemekte zorlandığı noktalarda düşman direncini kırmak, piyadenin ilerlemesini kolaylaştırmak yönünde kullanılması benimsenmiştir. Yıldırım Savaşı’nın bu prensibinde ise, tankların düşmanı yenilgiye uğratacak asıl güç olarak kabul edilmesi esastır. Diğer deyişle tank birlikleri, birincil savaş aracıdır, diğer tüm savaş araçları, piyade dahil, tank birliklerinin harekâtını desteklemekte kullanılacaktır. Bu amaçla avcı-bombardıman uçakları, taarruz hattında derinlemesine operasyonlar düzenlemektedirler. Düşmanın direnme odakları, özellikle tank birlikleri için tehlikeli olabilecek tanksavar ve top bataryaları hedef alınır. Kuşkusuz kara ve deniz topçusu da bu operasyonlara katılacaktır. Almanya, yıldırım savaşının bu prensibini hayata geçirebilmek için panzer (zırhlı) tümenler oluşturma yolunu izlemiştir. Bu panzer tümenleri, bünyelerinde kendi hava unsurlarını, topçu ve tanksavar birliklerini de içerirler. Yıldırım Savaşı’nın diğer prensibi ise düşman hatlarında sağlanan yarmaların, düşman kuvvetlerini kuşatmak ve imha etmek yönünde sürdürülmemesidir. Bu işi, panzer tümenleri bünyesindeki piyade birlikleri üstlenecektir. Tank birlikleri ise ileri harekatlarını sürdürmelidirler, düşman arazisinde elden geldiğince derin bir yarma gerçekleştirerek düşmanın savaş mekanizmasının tümüyle işlemez hale getirilmesine çalışılmalıdır. Bu amaçla tank birlikleri ileri harekatlarını sürdürerek düşmanın ikmal merkez ve hatlarına, iletişim merkez ve hatlarına, karargahlarına yönelik taarruz etmelidirler. Bu şekliyle yıldırım savaşı, düşman kuvvetlerinin savaş alanında imhasına değil, düşmanın savaşı devam ettirme azmi ve olanaklarının tahribine yönelir, direkt değil, dolaylı bir stratejidir. Buna benzer bir stratejiyi Türk Ordusu Başkumandanı olan Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz‘da, Yunan Ordusu’nun gerisine sarkarak ikmal hatlarını kesmek suretiyle uygulamıştır.
Kış Savaşı
Almanya eski hesapları yavaş yavaş kapatmaya başlamıştı. Polonya’nın işgalinden sonra, Sovyetler yüzünü 1. Dünya Savaşı’nda bağımsızlığını ilan eden Finlere döndü. Bağımsızlık ilanı sonrası Finlandiya’da çıkan iş savaşı Alman destekli beyaz Finler kazanmıştı. Hitler’in iktidara gelmesiyle Nazi sempatizanlığı başladı. Savaş, İkinci Dünya Savaşı ve Sovyetlerin Polonya istilasından iki ay sonra, 30 Kasım 1939’da Sovyetlerin saldırısıyla başladı. SSCB’nin Kuzeybatıda, Baltık Denizi’ne dar bir alanda Leningrad (bugünkü St. Petersburg) körfezi sahili vardı. Bunun hemen kuzeyinde ise Finlandiya toprakları başlıyordu. Finlandiya sınırı, Leningrad’ın sadece 32 km batısından başlamaktaydı. Leningrad’ın en dibinde yer aldığı Finlandiya Körfezi’nin kuzey kıyıları veya Karelya Yarımadası, Finlandiya topraklarıydı. Sovyetler Birliği, bu kıyılarda topçu mevzileri bulundurabilmeyi Leningrad Limanı’nın güvenliği için hayati olarak görmekteydi. Stalin, bu pozisyon için 9 Ekim’de Finlerle görüşmelere oturdu. Başka yerlerden vereceği topraklar karşılığında Finlandiya’dan körfezdeki beş adayı istiyordu ve Leningrad Körfezi’nin en batı ucundaki Hangö Limanı’nı da 30 yıllığına kiralamak talebindeydi. Bir diğer isteği de Leningrad’ın hemen kuzeyinden başlayan sınırın, topçu menzilinin dışına çıkacak şekilde geriye alınmasıydı. Stalin’in Finlerden istediği bu topraklar 1.700 km²dir. Bunun karşılığında, Finlandiya-Rusya sınırının orta kesimlerinden 3.500 km²lik bir araziyi teklif etmektedir. Finlandiya Hükümeti, böyle bir anlaşmaya varmanın, taviz vermek istemedikleri tarafsızlık tutumuyla bağdaşmayacağı gerekçesiyle konuya sıcak yaklaşmadı. Bunun üzerine Stalin, söz konusu toprakları satın almayı önerdi. Bu öneri de reddedildi. Bu durum karşısında Stalin’in tutumu hızla sertleşti ve 1932’de imzalanmış saldırmazlık paktını 28 Kasım’da tek taraflı iptal etti ve 30 Kasım’da savaş ilan etmeksizin Kızıl Ordu Fin topraklarına girdi. Fin Ordusu çok güzel bir direniş gösterdi. Uyguladığı gerilla savaşı taktikleri ile Kızıl Ordu’yu zorladı. Ancak yine dayanamadı ve 6 Mart 1940’da barış görüşmeleri başladı. Bu savaş sonunda Kızıl Ordu’nun zayıflığı açığa çıktı. Sovyetler, Milletler Cemiyeti’nden kovuldu. Barış Barbarossa Harekatı’na kadar sürecek ve Nazilerin Sovyetlere saldırması ile Finler de Nazilerin yanında tekrar Sovyetlere saldıracaktı.
Weserübung Harekâtı
Polonya’nın işgalini Sovyetler ile anlaşmalı olarak tamamlayan Hitler için batıya yönelme vakti gelmişti. Norveç’den başlıyordu. Aslında Hitler’in aklında Fransa’nın üzerine yürümek vardı ancak amirallerinin telkinleriyle ve de İskandinavya’dan yaptığı demir ithalinin ticari yollarını güvence altına almak istiyordu. Baltık Denizi’nin hakimiyeti ve Müttefiklerin Finlandiya’ya yardım etmek için Norveç’e asker çıkarmaya kalkışması, İskandinavya’da Müttefik varlığı istemeyen Hitler’i Norveç’e yöneltti. Finlandiya’nın teslim olmasıyla İngiltere’nin Norveç’e asker yerleştirme planları suya düştü. Bu da Hitler’in işgal bahanesini ortadan kaldırıyordu. Ancak Hitler demir ticaretinin İngiltere tarafından hedef alınacağını biliyordu. 9 Nisan 1940’da ulaşım hatlarının güvenliği için Norveç ile beraber Danimarka da istila edildi. İstilanın başladığı dakikalarda Norveç hükümetine bir ültimatom verildi. Ülkeye giren Alman askerleri için, ülkeyi İngiliz ve Fransız işgalinden koruyacağı söylendi. Direniş durumunda bastırılacağı söylendi. Aynı ültimatom Danimarka’ya da verildi. Danimarka kabul ederek teslim oldu. Norveç ise direnişe başladı. İngiltere, Norveç açıklarındaki Alman Donanması’na saldırmaya başladı. Oslo ve Narvik çıkarmalarını önlemeye çalıştı. Alman Donanması her ne kadar ağır zayiat verse de indirme ve çıkarma noktalarında başarılı oldu ve Norveç teslim alındı. Artık demir ticareti güvenlik altına alınmıştı. İngiliz Donanması’nın yenildiği haberi ise Müttefik yöneticilerinde şoka sebep olmaktaydı. Artık sırada Fransa’nın olduğu su götürmez bir gerçekti.
Kapak Fotoğrafı: Yaptığı bombardımanlarla Blitzkrieg’in vazgeçilmez bir parçası olan Junkers Ju-87 “Stuka” yakın hava desteği uçağı.